Yazı Kalır!

|
Bazen çoluğunu, çocuğunu evlendirmiş, emekli bir erkek olmak istiyorum. Çünkü düşündüm de bütün gün dilediğimce yazıp okuyabilmem için yalnızca 'bu' olmak gerekiyor. Böyle bir erkeğin sorumlulukları az, vakti çoktur.
Banka cüzdanı ziyadesiyle kabarık ve aile sorumluluğu olmayan biri de çok yazabilir kanaatimce ama bu bana göre değil. Ben, eşim ve çocuklarımla, ailemdeki diğer kişilerle şenlendirmediğim bir hayatta yazıya bile küserim. Para da eksik olsun, ne yapalım.:)

Günlerdir hatta haftalardır küçük not defterime, yazmak istediğim konularla ilgili cümleler karalayıp duruyorum ama o zaman bir türlü gelmiyor, gelemiyor.
Mesela unutmakla ilgili bir şeyler yazmak istiyordum; hiç unutmak istemediklerimi, hemen unutmak ve unutturmak istediklerimi, bir türlü unutamadıklarımı, unutmak üzere olduklarımı...

En çok çocukluğumu unutmak istemem mesela, muhteşem Beylerbeyi boğaz manzaralı, bahçeli, bakımsız evimizi, annemin doğum günlerimizi kutlamak için o koca bahçeyi baştan aşağı süpürmesini, babamı haftalarca yatağa bağlayan ince dallı leylak ağacını, yolunu şaşırıp bize sığınan akıllı köpeğimiz 'Topaç'ı, bizi okula kadar her sabah geçirmek uğruna trafik kazası geçirip bebeklerini düşüren sarı kedimiz 'Minnoş'u, annemiz ve babamızın her daim düşmemizden korktuğu yüksek bahçe duvarlarını ve o duvar kenarında oturmuş ilk kez delinen kulağımın acısından ağlarken ablamla mahalle arkadaşlarımın bana çiçeklerden yapıp getirdikleri tacı, ayva ağacına bakan pencerenin önündeki divanda Cumhuriyet Gazetesi'nin harfleriyle ilk okuma yazma öğrenişimi, hafta sonu babaannemden eve getirildiğimde soba yakılırken bir tarafı krem diğer tarafı tarçın renkli (hâlâ bende olan)battaniyenin altında üşümeden bekleyişimi, mutfak camımızın önünde resmi geçit yapan karıncalarımızı, arka bahçeye çıkan merdivenlerin yanındaki eğimde 'kaydırakçılık' oynarken hayatımda ilk kez hissettiğim depremi, elma, biraz da peynir kokan beslenme çantamı, sıra sıra dizilip öğretmenimiz peşinde yol aldığımız okul pikniklerini, okulun denize bakan tarafındaki büyük demir pencereye Haşim'in kafasını iterek kanatışımı(:)), ani bastıran kışa hazırlıksız yakalanıp alelacele Çengelköy'den aldığımız ve giydikten sonra okula gidebildiğim yıldızlı pofuduk çizmelerimi, hemen hemen hiç kimsede yokken bizim evimizde olan ve annemin en büyük destekçisi çevirmeli yeşil telefonumuzu(çalışıyordu annem ve bizimle günde en az 4-5 defa konuşarak kontrolünü yapardı), kütüphaneli divanda bacak bacak üzerine atmış, bıyıklarıyla oynarken kitabını okuyan babamın görüntüsünü, Kazım Amca'nın pastanesini, Neco Market'i(adam o zamanlar market ismini kullanıyormuş:)), Mehmet Bakkal'ı,(bu da vardı ama;)), Özlem'in babaannesinin evindeki kuzineyi, yazlık sinemamızı, yazın annemin gelişini beklediğimiz vapur iskelesini, hayatımda ilk ve tek kez gördüğüm, oynamam suretiyle zıplayıp gözümü sokan ve apar topar dispansere götürülmeme neden olan o büyük gece mavisi rengindeki kalın kabuklu böceği, küçük taş havuzumuzu, kurnalı banyomuzu, Hadiye Hanım Teyze'yi, Kenan Dayım'ı, Erdek tatilleri öncesi annemin bütün gece uğraşıp diktiği cici kıyafetleri, koşa koşa yol aldığım ve her düşüşümde bacaklarımı boydan boya sıyırıp kanlar içinde bırakan çakıltaşlı yokuşumuzu, kolum kırıldığında annemin içine şiş sokarak kaşıyışını, leblebi tozunu, ayı yogili puzzel'ımı, yolun ortasına bırakıp oyuna daldığım ve gelen ilk arabanın altında kalıp ezilen kırmızı okul çantamı...
Unutamam!

Çocukluğum orada bitti benim, ilkokul 5. sınıftan mezun olduğumda taşındık oralardan. Bahçeler yerine otoparkları olan apartmanların sıra sıra dizildiği bir yere taşındık, Beylerbeyi'nden çok uzaktı oralar, çocukluğumdan da... İlkokul bitince büyümüşüm ben, hemen 'genç' olmuşum. Ne zaman başladığını biliyorum da bu gençliğin, ne yaşadığımı ve ne zaman bittiğini çok az anımsıyorum.

O günlerden sonra gözlerimi açtığımda baktım ki 30'uma gelmişim ve şimdilerde 30'lu yaşlarımın hızla tükenişini seyrediyorum, elim kolum bağlı.

Bunlar unutmak istemediklerimin çocukluğuma dair bir bölümüydü. Unutmak istediklerimiyse yazıya dökmem ironik bir durum olur.
Unutmamayı dilediğim daha çok başlığım var. Ama şu sıralar oğlumun hayatımıza katıldığı günden beri onunla yaşadığımız her detayı unutmadan yaşayabilme derdindeyim. Bunun için iz bırakmaya çalışıyorum her yere. Geveze kalem karalıyor, onun için, en hatırlanası güzel günler için...

8 yorum:

sessiz balik dedi ki...

etkisi hissedilir yaşantımızda kendisi uçsa bile hatıraların
kaldı ki o etkilerle ; yine
onları hatırlar insan.
belki görüntüler bulanıklaşır zamanla ;ama o an ne hissetiysen aynı his yine capcanlı içinde kıpırdar.
sen hep böyle güzellikleri hatırla ve geveze kalemin bize anlatsın
okumak çok güzel:)

Geveze Kalem dedi ki...

Anılar paylaştıkça da güzelmiş;)

Ben anıların zamanla kişi üzerindeki etkilerinin değiştiği görüşündeyim. Yoksa çok canımız acırdı...
İnsanoğlunu sahip olduğu en büyük değerlerden biridir bence unutmak.
Ya unutamasaydık?...

Derin Sularda dedi ki...

Öncelikle çok sevindim, teşekkür ederim. Bana katılmandan çok memnun olurum hemen başlıyalım:)
Ayrıca bu yazında o kadar çok özlediğim zamanların tadı, kokusu, rengi varki tekrar tekrar okumak ve daha derin hissetmek istedim. Hatırlamanın güzelliğini yaşamak için unutmaya değer bencede ve dediğin gibi ya unutulmasaydı, sadece mutluluklar değil acılarda var hayatta öyle değilmi?
Sevgiler
Dilek

Derin Sularda dedi ki...

İlk konumuz "özlem" olsun mu?

Geveze Kalem dedi ki...

Oldu bile;)

sibel dedi ki...

ama bu haksızlık işte...
ben bu satırları klavye şıkırtıları eşliğinde, dışarıdan gelen kaynak gürültüsü ile okuyorum.
kardeş olmak ne güzel...
senin gördüklerini başka biri de aynı çocuk gözü ile görüyor ve unutmuyor. üstelik yitip giden arkadaşlar gibi kaybolmuyor. heeep orada oluyor ve hatırlıyor :-)
kardeşim olman ne güzel...

Geveze Kalem dedi ki...

Valla birilerinin de okurken gözünün önünden benimle aynı fotoğrafları geçirmesi güzel. Bu kişi sen olunca ayrı bir güzel:)

Aslında hatırladığım başka şeyler de var; mesela havuzun oradaki asmaların direklerinde Hatice'lerle oyun oynayıp beni aranıza almamanız gibi:p :-D

s. dedi ki...

Geç-miş...bir daha geri gelemeyeceğinin zaman eki. Birzamanlar yaşayarak aktardıklarımız, şimdi miş'lerde kaldı.
Ve bir de şu unutmak olmasaydı hikayesi! "unutmak" seçilmiş bir şey sanki. Yaşadığınla ne yapmak istediğine bağlı gibi. Acılar hep oradalar aslında, üzerinden geçen zaman, yaşanılan şeyin derecesini ve gücünü kırıyor sadece.
Ama kendini yok edemiyor.