Kayıp Sandık

|

Hızla doğruldu yattığı yerden genç kadın. 'Nerede?' diye endişeyle karışık bir merakla sordu. Gözleri dipsiz kadar karanlık, yorgun yüzü demir kadar soğuk ve aktı. Salonun dışarı bakan penceresinin önündeki koltuğa, geçici olarak serilmişti, renksiz bir çarşaf, kılıfı yer yer erimiş pamuk bir yastık ve tüysüz battaniye.
Hastaneden yeni getirilmişti. Ne arabadan inerken ne de binanın merdivenlerinden çıkarken hiç hâli yoktu oysa. Ama şimdi canına ikinci bir can katılmış gibi bir coşkuyla fırlamıştı yerinden ve bulunduğu odanın içindeki türlü yerleri yoklayarak arıyordu, onu. Yanındaki genç adam endişeliydi. Hep aynı şeyleri soruyor ama bu coşkulu arayışı aşamıyordu sözleri; 'Ne arıyorsun?, 'Ne nerede?', 'Cevap ver lütfen, bak henüz iyileşmedin canın yanacak, söyle birlikte arayalım!'...
Hızla açılıp kapanan dolap kapaklarının, dağıtılan kitapların, hallaç edilen minderlerin yarattığı gürültüler arasında, mırıldanır gibi döküldü kelimeler ağzından, 'Sandığımı! Sandığım yok!' Şaşırmıştı genç adam, daha önce hiç bahsettiği olmamıştı sandıktan. Sabırsız koşuşturmacasına, öfke karışıyor, acıları damla olup süzülüyordu usul usul gözlerinden. Genç adam çaresiz hissediyordu kendini, durduramıyordu bir türlü bu meraklı endişeyi. 'Nasıl bir sandıktı, söyle!' dedi yeniden. Israrla aynı sözleri tekrarlıyor ama yağmur olup sızamıyordu kadının ihtirasla örülü duvarından. Bir yandan kadını yavaşlatmaya çalışıyor, bir yandan o da eşlik ediyordu sabırsız arayışına. 'Küçük bir sandık,' dedi yeniden kadın, 'Küçücük ama çok değerli!'
'Ne vardı içinde?' diye sordu adam. Sanki duymuyordu kadın, yüzü giderek artan acılarının çizgilerine bürünmüştü. Birkaç kere aynı soruyu tekrarladıysa da gerçekten duymuyordu kadın, umursamıyordu, cevaplamıyordu, suskundu ve bir o kadar telaşlı.
Salonun ortasında çaresizce bir süre daha izledi kadını genç adam. Ona ulaşamıyordu. Bir anda büyük bir öfkeyle tuttu kadını kollarından, sarstı ve tane tane tekrarladı, 'Ne vardı o sandığın içinde?' Yerde iki büklüm olmuş kadının gözleriyle buluştu en nihayet gözleri. Artık dipsiz değildi, hemen kıyısındaydı gerçeğin, acıyla fark ettiği. Kontrolsüzdü gözyaşları, sel oldu aktı. Ve aralanan dudaklarından zorlukla o iki kelime çıktı; 'Umutlarım vardı!'

* * *
Henüz çıkmıştı hastaneden genç kadın. Yıllardır hayaline bulandığı 'anne' olmaya dairdi umutları.
Henüz çıkmıştı hastaneden genç kadın. Yıllar sonrasında kavuştuğu, sadece yedi ay birlikteliğini tattığı yavrusunu bırakmıştı. Cansız doğan bedenini, bir kere bile dokunamadan alıp uzaklaştırmışlardı.
Henüz çıkmıştı hastaneden genç kadın, ondan umutlarını çalmıştı. Kaybetmişti sandığını, küçücük hayalini, dopdolu geleceğini sakladığı sandığını kaybetmişti.

Biri daha kaybetmişti, küçücük bir can bu dünyaya doğma şansını kaybetmişti.
Belki de bu dünyaydı kaybeden, büyük umutların mutlak kurtuluşu, küçücük bir candı daha doğmadan kaybedilen...

6 yorum:

Derin Sularda dedi ki...

Aslında dün gece yazacaktım yorumumu ama şu alttaki"yorumunuzu yayınlayın" bir türlü çıkmadı o yüzden bu güne kaldım:)

okurken geçekten içimde bir şeyler cız etti mi desem, yani o nasıl bir dokunmaktır öyle yürekteki bam teline... eline sağlık, yüreğine sağlık.
Bu arada evet çok hüzünlü olduk biz ya :)) biraz da gülelim değilmi. Dur düşünelim bakalım ne gelecek? Kim bulursa haber versin.. şöyle gülümsetecek bir şeyler.

sessiz balik dedi ki...

okudum , sustum ,yutkundum
umdum ki kayıpların telafisi olacaktır
olur değil mi

Adsız dedi ki...

Aaa yapmayın böyle..Bu kadar da ince ince sızlatılmaz ki insanın yüreği..Yıldız yağmurlarından kopup geliyorum her seferinde..Ordan duygulanıp çıkmıştım zaten üzerine tuz biber oldu yazınız:( Emeğinize sağlık..O kadar çok kadın var ki umutlarını kaybeden kelimelerinizle tercüman olmuşsunuz bravo.

sessiz balik dedi ki...

semacım
yeni kelimeyi bloguma yazdım
özlemek kaybetmek derken çok hüzünlü bir gidiş var kelimelerde denilmiş ben de
yıldız yağmurlarının sayfasına bıraktığım yorumda da belirttiğim üzere öyle bir kelime yazdım ki
oradan hüzünlü bakan hüzünlü neşeli bakan neşeli yazar ,kendi elinde yani yazanın

sevgilerimle
Özlem

İLKAY dedi ki...

nasıl güzel bir anlatım olmuş...
canından ayrılan canın acısını...
ben de seni tanıyorum ve sana şimdiden çok ısındım Sema'cığım...
paylaşımlarımızın sürmesi dileğimle...
evgilerimle,
İlkay
Seni izlediklerime ekliyorum umarım sakıncası yoktur ....

Geveze Kalem dedi ki...

Tamam kızlar, hadi neşelenelim biraz:)) Fazla hüzün bizi erken yaşlandırır:-p Ben şimdi hemen uçup yeni kelimemiz neymiş bakacağım.

Belki de bencilceydi bu öykü, sonradan fark ettim. Eğer hamileyken bu öyküye bir yerlerde rastlasaydım, moral bozucu bulurdum. Belki bebeğini sağlıkla dünyaya getirebilmiş olmanın rahat bencilliğiyle çıktı kalemimden. Kimsenin yarasına ya da hassas noktasına dokunmak istemem. Hatta bunun lafını bile etmem. Bir gün biri okur da bunları düşünürse diye yazıyorum ve bu yazıyı okutturduğum için özür diliyorum.

Çocuk meseleleri çok hassas be!Hiç değinmemek en iyisi. Nasılsa bu sayfalarda yazılan yazılarla yazım başarıları adına bir iddia koymuyoruz ortaya. O zaman belki de en iyisi hiç değinmemek.

Hepinize sevgiler...