Çocuk-Çocukluk

|
Bu yazıyı yayınlayıp yayınlamak konusunda çok düşündüm. Oldukça hassas bir konu, en başta benim için. Kelime oyunlarında yeni kelime 'Çocuk-Çocukluk' olarak önümüze geldiğinde tam da bir reklamın tetiklediği çocuk olmak kavramı üzerinde düşünüyordum.

''Her çocuğun çocuk olmaya hakkı vardır,'' sloganıyla çıkmıştı bu kez reklam, önceki ''Kirlenmek güzeldir,''in devamı niteliğinde. ''Kirlenmek güzeldir,'' iyiydi, etliye sütlüye dokunmadan, en fazla anaların başını biraz daha ağrıtacak çocukça özgürlükleri hatırlatıyordu. Ama ''Her çocuğun çocuk olmaya hakkı vardır,'' cümlesi, öyle herhangi bir deterjan reklamında kullanılacak kadar hafif değil. Tamam, reklam gerçekten güzel; birey olma, insan olma yolunda keşfetmenin önemi vurgulanıyor, araştırmanın olumlu getirilerinden bahsediliyor ve özetle çocuklara konulan gereksiz engellemelerin robottan farksız bireyler yetiştirmek anlamına geldiği vurgulanmaya çalışılıyor.

Ama her çocuk, çocuk gibi yaşayabilme hakkına doğuştan sahip olamayabiliyor. Fakir fukara edebiyatı değil yapmaya çalıştığım. Elbette ekonomik imkanlar da çocuğun cocuk gibi yaşayabilmesinde yadsınmaz bir etken ama bundan da önemlisi; sağlık koşulları.

Başta da dediğim gibi yayınlamak konusunda tereddüt ettim bu yazıyı. Çünkü duygu sömürüsüne olabildiğince açık. Fakat bugün tam da bu kararsızlığımın üstüne aldığım bir mail şaşırttı beni. Bana yeniden bu konuyu hatırlatırcasına uzun uzun kaleme alınmış bir maildi. Hem de herhangi birinden değil LÖSEV başkanından, zincirleme devam ederek bana kadar ulaşmış olan bir maildi. Sonunda yayınlamaya karar verdim ama yaşadığım, birebir gördüğüm, içimi tarif edilmez acıtan detayları bu yazıda bulamayacağınızı belirtmek istiyorum.

İşten henüz ayrıldığım zamanlardı; iki iş yeri arası bilinmez süreli soluklanma zamanı. Daha nasıl bir duygu olduğunu anlayamadığım, koşuşturmacalarla geçen ilk haftalar... E telaş oluyor kişide haliyle; Evin el sürülmemiş hangi noktalarına el atsam? Planladığım hangi uğraşlarıma vakit ayırsam? Kendimi şöyle özgürce hangi dış mekanlara salsam? Neler okusam, neler yazsam? Hangi arkadaşlarımla görüşsem? Ailemle neler yapsam?...düşünceleri içinde çoğunlukla hiçbir şeye başlayamadığım ama ne hikmetse epeyce yorulduğum bir koşuşturma durumu...

Evde geçirilecek günler, henüz ayrılmadığınız iş yerinizdeki masa başında hayallerinizi süslerken 'her gün öğleye kadar uyumak' gelir ya ilk olarak insanın aklına, nedense o günler gelip çattığında vücut saatiniz bunu dinlemez ve siz istediğiniz kadar kendinizi yastığa gömün, en geç 8 olmadan kalkarsınız her sabah.

O günlerde denk geldim TRT'deki bir sabah programına. Neredeyse gün aydınlanmadan yola çıkmaya alışmış vücut saatimi ancak 7'ye kadar oyalayabiliyor, sonra ne yapacağımı bilmez bir halde TV'nin başına çöküyordum. Afyonum patlayana kadar beni oyalayan bir programdı bu; Pınar Altuğ'un sunumuyla, kadın programlarının vazgeçilmezi mutfak sohbetlerinin yanı sıra, -TRT terbiyesinden midir bilinmez- aklı selim konukların katıldığı ve kayda değer konuların konuşulduğu ender programlardan biriydi bence.

Bir gün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Onkoloji Çocuk Bölümü Başkanı olduğunu hatırladığım bir kadın konuk katılmıştı programa. ''Çocuklarımız için gönüllü resim öğretmenleri arıyoruz,'' dediğini duyduğumda dikkat kesilmiştim. Bölümlerinin, klasik hastane görünümünden çıkarılıp çocuklara uygun şekilde yeniden düzenlendiğinden, bir psikolog eşliğinde oyun alanlarında etkinlikler düzenlediklerinden, onların küçücük yürekleri ve bedenleri için ağır sürecin ellerinden geldiğince hafifletilmesi için uğraştıklarından bahsediliyordu özetle. Telefon numaralarının yeniden görünmesini bekleyip aradım hemen. Aslında uzun süre meşgul sesi alacağımı ve epey zaman sonra biriyle diyaloğa geçeceğimi sandığımdan şaşırmıştım bu kadar çabuk bağlanmış olmama. Son derece ilgili bir ses beni eğitimimle, medeni durumumla, çocuk sahibi olup olmadığımla ilgili soruşturduktan sonra, asıl görüşmeyi yapmam gereken kişinin telefon numaralarını verip, birkaç saat sonra aramamı söyledi.

Sabırsızlıkla geçen birkaç saatten sonra aradım. Bölüm başkanıyla görüştüm. Bana haftanın bir gününü oraya ayırmamı ve her hafta aynı günde orada bulunmamı tembihledi. Çocukların sandığımızdan daha kolay alışkanlık kazandığından ve beklentileri gerçekleşmediğinde hayal kırıklığı yaşadıklarından bahsetti. Hayal kırıklığının, zor bir tedavi sürecindeki lösemi hastası minikler için istenen en son şey olduğunu ekledi.
Bir günün yetmeyeceğini daha fazla sürelerde orada bulunmak istediğimi söyledim. Telefon görüşmesini daha fazla uzatmadan, konuşmalarımızı yüzyüze sürdürmemizin iyi olacağını kararlaştırdık ve ben hemen ertesi gün Cerrahpaşa Hastanesi'nde aldım soluğu.

Otoriter bir kadın olduğunu ve çevresindekilere öğrenci, görevli, gönüllü ya da ebeveyn olarak ayırmaksızın aynı sert tutumuyla yaklaştığını belirtmeliyim. Yalan yok, başka zaman başka koşullarda hoşlanmayacağım bu davranış biçimine saygı duydum. Benimle, etrafını kuşatmış öğrencileriyle aynı tonda, azarlar gibi konuşuyordu. ''Siz şimdi hep geleyim falan diyorsunuz ama bu işler bu kadar kolay değil. Bugün hevesle 'her gün' diyeceksiniz sonra başka şeyler bunun önüne geçecek, aksatmaya başlayacaksınız. Ama sizi görmeye alışmış yavrularımız bunu anlamayacak ve gelmediğiniz günlerde üzülecekler...'' gibi sert de olsa gayet mantıklı bir yaklaşımla haftanın bir günü -ve hep aynı günü- orada bulunmaya iknâ etti beni.

Psikologlarıyla tanıştırdı hemen akabinde. Sabah çayı eşliğinde oldukça önemli bilgiler aldım. Hafif bir burun akıntısında bile asla orada bulunmayacaktım. Çocuklarla yakın temasa mümkün olduğunca geçmeyecektim. Yürümekte bile zorluk çekenler vardı içlerinde, gelişi güzel her yerlerinden tutulup kucaklanmayak, önce kendisinin her çocuğa yaklaşma biçimini gözlemleyip hangisine nereden dokunmam gerektiğini öğrenecektim. Maskelerini takmamış olan çocukların maskelerini takacak, itiraz edenlere bunun gerekliliğini uygun bir dille anlatacaktım. Ve asla isimlerini unutmayacaktım, bu onlarla iletişimimin ilk adımıydı. Bu çocuklar korkmuş çocuklardı ve karşısındaki her yabancıya muhtemel acı çektirecek kişi gözüyle bakıyorlardı. Onların güvenlerini sağlamalıydım. Her çocuğu resim yapmaya, oyun oynamaya ya da başka şeylerle meşgul olmaya zorlamayacaktım. Orası bir okul değil, çocukların tedavi sürecinde kendilerini normal koşullarda hissetmelerini sağlayacak bir oyun alanıydı. Daha ilk baştan odaların neredeyse kendi odaları gibi düzenlendiği gözümden kaçmamıştı. Tüm bunların yanında ileriki bir dönemde kendime koyduğum kuralsa asla beyaz giymemem gerektiği olmuştu. Oyun alanından giren her beyaz kıyafetli kişiyi kendilerini oradan götürecek hemşire zannedip hep bir ağızdan ağlıyorlardı.

Belli saatler çocukların mecburi dinlence ve tedavi saatleriydi. Aslında oyun alanı öğle tatilleri hariç hep açıktı ama çocuklar belli saatlerde daha çoğunlukla orada bulunuyorlardı. ''Birazdan oyun alanının kapısına doluşurlar. Gidip açalım,'' dedi ismini ne yazık ki hatırlayamadığım genç psikolog.

Küçük masalar, sandalyeler, duvarlarda resimler, etrafa serpiştirilmiş oyuncaklar, birçok resim malzemesi, televizyon, dvd ve üç adet bilgisayar... Hepsi gönüllülerce alınıp hediye edilmiş eşyalarla kurulu, küçük bir yuvadan farksız oyun alanı...
Tek tek doluşan miniklerin bir kısmı olabildiğince neşeli, bir kısmı, yorgun, bir kısmı korkmuş ve bir kısmı da her an tetikte görünen haldeydi.
Onlar doluşmadan hemen önce psikologdan hastalık hakkında genel bilgileri, tedavi sürecini ve bu miniklerin yaşamak zorunda oldukları acıları dinlerken epey gözyaşı dökmüştüm. Güçlü olup olamayacağımı sordu. Güçlü olacağımın sözünü verdim. Yalan söylüyordum.

Aslında burada aklımda iz bırakan birçok miniği anlatabilmek isterdim. Ama yazının başında belirttiğim nedenlerden dolayı bunu yapmayacağım. Sadece birini eğlenceli bulduğum için yazabilirim; biri koridor boyu tekerlekli sandalyeyi araba gibi sürmeye bayılıyordu. Gürültüler üzerine çıkıp baktım, o halini gülünce gülümsedim. ''Beni buna bindirsene?'' dedi. Bindirdim ve o günden sonra beni her görüşünde koridorda onu gezdireceğim zamanı kolladı durdu.:)
Uzaktan bakıldığından çok çok daha zor bir süreç yaşadıklarına tanık olduğumu söyleyebilirim. Her hafta gittiğimde gözlerim çarçabuk hepsini tarıyor, göremediklerimin odalarına gidip bakıyor, kendimce yoklama alıyordum.
Birçoklarıyla epeyce yol katetmiştik; kimisi için Sema Abla, kimisi için Sema, kimisi içinse öğretmen olmuştum. Hoşuma gidiyordu. Ama psikolojik olarak benim gibi çocuk delisi, yufka yürekli biri için hiç de kolay geçen günler değildi. Nitekim bir gün sayım sonucu her zamankinden farklı çıkınca daha fazla bu duygu yoğunluğunu kaldıramayacağımı anladım.

Gönüllü olarak bu çocuklar için bir şeyler yapabilme şansımı orada sonlandırmıştım. Maddi olarak yapabilirlik gücüm ise yürütülen kampanyalarda sms göndermek, internet adresine tıklamaktan öteye gidemiyor.
Bu yazı bir kampanya duyurusu değil. Ama keşke öyle olsa. Şu an bu yazıyı okuyan bir kişi bile(miniklerin yaşadıkları sıkıntılara dair hiçbir detayı anlatmamış olmama rağmen) onlar için bir şey yapsa o bile kârdır.

26 yorum:

Yaşamın kıyısında dedi ki...

canımın içi,
o meil banada geldi ve yine çok sarsıldım, biliyorsun biz bu konuda çok hassasız eminol şu anda gözlerim yaşlarla okudum yazıyı 4 saat sonra buluşacağımız halde yazmak istedim. Ben yaşamın, çocukların üzerinde denenmesinden çok ıstırap çekiyorum, bilmiyorum bu belkide isyankarlık ama dayanamıyorum. Onlar sadece istemleri dışında dünyaya getirildiler ve keşke başımızı kumdan çıkarıp etrafımıza daha iyi bakabilen bir toplum olsak.
sizleri seviyorum.

Geveze Kalem dedi ki...

Anneciğim senin okuduğun mail en son benim gönderdiğim miydi bilmiyorum ama işin tuhafı ben bu yazıyı dün gece bana gelen bir mail üstüne yazmıştım ve bu sabah da sana gönderdiğim geldi.
Malesef öyle.
Ama aslında kandırılmaya ve sömürülmeye o kadar yatkın bir toplumuz ki,ben bile gelen mailin doğruluğunu araştırarak internet sitelerine tıklıyor ya da sms gönderiyorum. Sonra olur olmaz kişileri hiç yoktan yere zengin edebiliyoruz, bunca ihtiyaç duyan varken.

[ fiкяiмiи iиcє güℓü ] dedi ki...

Böyle bir iş için, duygusal anlamda gerçekten sağlam olmak gerekiyor sanırım. Ve muhtemelen bir anne için bunları görüp, içinde olmak çok zor olmuştur. Bu yönden tebrik ediyorum seni. Keşke o sayım sonucu, tamamen iyileşmiş bir yavrunun eksikliğiyle değişik çıksaydı.:(((

Çok zor ve sancılı bir süreç olduğuna yakından şahit oldum. Hem çocuk, hem ailesi için tam bir yıkım. Yapabildiklerimiz çok sınırlı. Keşke imkanlar daha farklı olabilse. Keşke olanakları olanlar daha fazla duyarlı olabilse.

Biz çocukluğumuzu özlerken, çocuk olup da çocukluğunu yaşayamayan evlatlarımızı bir kez daha hatırlatan bu yazı için sağol..

Geveze Kalem dedi ki...

Fikriminincegülü,
Ben o zamanlar henüz anne değildim. Mümkün değil yapamazdım gibi geliyor. Ama oğlum biraz daha büyüynce çocuk esirgeme kurumlarına gitmek istiyorum belli günler. Onlarda da gönüllü anne-babalar oluyorsun bir günlük. Orayı da aksatmamak gerekiyormuş. Çocuklar camlarda kapılarda bekliyorlarmış. Eğer her şey tahmin ettiğim gibi giderse oğlumu yuvaya yazdırdıktan sonra belli zamanlar bunu yapmayı planlıyorum.
Senin o durumdaki aileyi izlerken ne kadar üzüldüğünü tahmin edebiliyorum.
Sevgiler...

Ebru Oğuş dedi ki...

'çocuk' kelimesini önerirken okuyacağım yazılardan birinde gözyaşlarına boğulacağım aklıma gelmemişti. ben kendimi bu konuda bilinçsiz adlediyorum. sadece kendi etrafımızda dönen dünyayı gerçek dünya sanarak devam ediyoruz hayata, aynanın diğer yüzüne bakmayı sevmiyoruz.. sanırım benim oraya bakma vaktim çoktan geldi de geçiyor bile.. hatırlattığın için teşekkürler!

Kitaplikkedisi dedi ki...

Hep yapmak istediğim ama bi türlü cesaret edemediğim bir iş seni tebrik ederim. Allah kimsenin evladına vermesin çok zor

Derin Sularda dedi ki...

Yapabildiğin ve yapma cesareti, gösterdiğin bu yüreklilik için seni canı gönülden kutlarım öncelikle...

Ayrıca bu konuyu buraya yazmakla kesinlikle duygu sömürüsü yaptığını düşünmüyorum, mesela en azından benim için böyle bir şeyin yapılabilirliğine dair bir örnek oldun.

Ayrıca bir konuda daha fikrine katılıyorum bende kızımı belli bir yaşa geldikten sonra esirgeme kurumuna götürmeyi, hatta oradan arkadaşlar edinmesini çok istiyorum hayat boyu sürdüreceği arkadaşlıkları olmasını, ve o arkadaşlarının da ailesi olabilmeyi..

Her şeye rağmen bu kadar önemli bir konuyu paylaştığın, hatırlattığın için tekrar teşekkürler..
Sevgiyle kal.

Geveze Kalem dedi ki...

Ebru biz seninle çok kalp kalbe karşı durumu yaşıyoruz biliyor musun?:) Tam bu konularla ilgili düşündüğüm sırada söyledin 'çocuk' kelimesini. Zaten onun öncesinde de 'çocuk gibi büyümek' diyerek yakalamıştın yine düşüncelerimi:)
Bakalım Ebru'cuğum, görelim oraları da.
Bak aklıma ne geldi bunu yazınca. Bir gün canım acayip sıkkın oturuyorum iş yerinde. Daha önce Beyhude Hamlaler yazımda bahsettiğim dostum 'kalk, gidiyoruz' dedi. Nereye diye sorduysam da cevap vermedi. Bindik arabaya, sürekli 'demek sıkılıyorsun, öyle mi? Ben sana başka dünyalar göstereyim de bak bakalım hâlâ sıkılacak mısın,' deyip duruyor.
İsmini şimdi vermek istemediğim bir semtin gecekondu mahallesine götürdü beni. Gecekondu bile denemez aslında onlara, düpedüz barakada yaşayan onca insan. Etraf yağmur çamur, pencerelerini naylonlarla örtmüşler, delik deşik lastik ayakkabılar var kapı önlerinde...Daha anlatmayayım, tahmin edersin nasıl bir yokluk ortamı olduğunu.
Aynanın diğer yüzüne bakmak lâzım, haklısın.

Sevgili fz,
Beni boşuna tebrik etme, yapamadım ki! Keşke adam akıllı yapmış olabilseydim, ya da daha fazlasını.
Amin, en büyük duam.
Sevgiler...

Geveze Kalem dedi ki...

Dilek'çiğim ne güzel düşünmüşsün kızını da götürmeyi. Ben yalnız giderim diye düşünmüştüm hep. Ama bu daha hoş bir fikirmiş.
Sevgiler...

etki alanı dedi ki...

Ben o çocukların yaşadığı duyguları yaşamadım,ama kanser teşhisi konulduğu zaman etrafımdaki insanlara yaşattığım endişe ve korkuları hatırladım birden....İçinde olunca o kadar korkutucu olmuyor bu hastalık....Ben kemoterapi olmadığım için o fiziksel acıların ne demek olduğunu bilmiyorum gerçekten.Ama hastanede yatarken pencerem çocuk onkolojisinin koridorunu görüyordu.Kabul edemiyeceğim bazı sahnelerle doluyum.....
Seni anlıyorum...Oraya gidebilmek için dokunmatik duygusal olmamak gerekir....
Sevgiyle ve sağlıklı kalmak dileğimle..
TüTü

s. dedi ki...

Ah Sema'cım ya...nerelere götürdün beni :((( o miniklerden birine çok yakından tanıklık etmiştim...belki çok kısa bir andı ama, korkusunu, acısını, çektiklerini...ve de onu bağırlarına sıkı sıkı basan ailesini. Daha fazla yazamıycam :'(

Adsız dedi ki...

Boğazım düğüm düğüm oldu.Altı yaşında bir evlat sahibiyim.Sağlıklı bir bedenin ona bahşedilmesinden duyduğum mutluluğun tarifi yok.Etrafımda olan biteni sadece okuduklarımdan biliyorum.Yanlarında bulunacak kadar hiç cesaretim olmadı.Cesaretinden ötürü tebrik ederim.Maddi destek kadar manevi desteğe ihtiyaçları olduğunu bir kez daha derinlerimde hissettirdin.Farkındalığımın gözlerini açtığın için yüreğine emeğine sağlık..Sevgilerimle..

Tabiat Ana dedi ki...

sevgili geveze kalem,
ufacık bir hastalıkta yada rutin kontrollerde bile her hastaneye gittiğimizde bir çok hasta çocuk görüyorum.İçim parçalanıyor onlar için.Sağlıklı olarak dünyaya gelmek ya da tam tersi malesef ellerinde değil.Yaptıkların için seni gerçekten tebrik ederim

sessiz balik dedi ki...

semacım
uzun bir aradan sonra ; merhaba
yeni sayfa düzenin bir harika ben eskisini geç açıp zor okumakta ama ses çıkarmamaktaydım
kelime evlilikten çocuğa geçiş yapmış doğal bir seyir izlemiş sanki esprili olmuş gayet ama bu yazın ile gülümseme teşebbüsüm yarım kaldı
ben dayanamam
kesin
Allah dağına göre kar yağdırırmış
başımıza neler gelecek bilinmez
ama şimdi sözün bittiği yerdeyim
susuyorum

Adsız dedi ki...

Arkadaşlar hepinizin duyarlı davranışıma ettiğiniz sözler için teşekkür ederim. Ama bu yazıda aslında başarısızlığımın anlatıldığını da belirtmek isterim.
Hepimiz üzülüyoruz evet, ama çoğunlukla bu konular canımızı acıtan konular olduğundan konuşmak dahi istemiyoruz. Buna örnek olarak en başta kendimi gösterebilirim. Sanki konuşmayarak o derdin bize bulaşmasına -bâtıl bir anlayışla- engel olacağımızı sanıyoruz.
Oradan ayrılmadan önce eve bir tomar broşürler getirmiştim. Sözüm ona herkese dağıtacak, en azından kendi çevremde birçok yardımsever toplayarak onlara destek olacaktım. Bunu bile başaramadım. Belki de bugün sms ve internet adresine tıklama yoluyla bir şeyler yapabilme isteğim, o zamanlarki başarısızlığımın üstünü örtmek içindir.

Bir gün eczanenin birinden bir kutu maske alıp o bölüme çıkmayı deneyin. Elinizdeki paketi, içeri girmenin kolay olmadığı korunaklı bölüm kapısındaki hemşireye, araladığı küçük camdan uzatın. Yüzündeki gülümsemeyi göreceksiniz. Çünkü biz hep milyarlarca yardımın bir işe yaradığı yanılgısına düşüyoruz. Halbuki bir kutu maske gibi ucuz malzemeler de kaşla göz arasında tükenen, ihtiyaç listesinde olan şeyler.
Gönüllü anneleri var o bölümün. Kimisi kendi çocuğu iyileşmiş olan eski hasta annelerinden, kimisi ise sadece bir anne. Onlar da her hafta aynı günde oraya gidiyorlar; ellerinde kağıtlar, boya kalemleri, oyuncaklar, bazen maske, eldiven ya da herhangi bir tıbbi malzemeyle...
Yüzlerindeki mutluluğu gözlemlemek hiç de zor değil.

Dikkat! biyo var ! dedi ki...

Yazı uzun bende zaman yok:(
Arada paragraflardan çocukluk,trt,gönüllü resim öğretmenli kaptım ve okuyamadığımdan çıldırayazdım(bunarı nahsus yazıyorum)

Daha sonra detaylı okuyacağım.
"Yorum yazana kadar okusana be kadın "diye kendime kızayazıyorum şuanda ehiiiiii

Yok yok sindiremem daha sonra,uçtum.

Geveze Kalem dedi ki...

Biyocum ben sana her yazının özetini mail atayım mı?:) Buranın adı üstünde gevzedir biraz, kısa yazıya zor denk gelirsin, kolaylaştırayım işini.;-)

Cocukla Cocuk dedi ki...

Reklamdaki o söze takılmıştım, herkesin maalesef eşit hakları olmayacağını düşünmüştüm ama sağlık aklıma gelmemişti açıkçası . maili bize de gönderirsen seviniriz sevgili Geveze Kalem,(info@cocuklacocuk.com)
Yazından çok etkilendik, o çocuklara hastane odasında destek vermek hiç kolay değil. Ama bizim tanıdığımız 2 bayan var bu işi harika şekilde yapmaya çalışan, sevili Özlem ve Seçil. http://www.mutluolalim.com/ da yaptıkları faaliyetlerin detayları var. bir de maddi olarak ihtiyaç listeleri. kendileri İzmir'de Behçet Uz Çocuk Hastanesindeler. İzmirde yaşayanlar belki daha yakından destek olabilir onlara.
Çocukların yüzlerini güldürdükleri için sizin sayfanızda onlara tekrar teşekkürler. tabi size de teşekkür ederiz, bir dönem yaptığınızı söyleyip başarısızlık olarak değerlendirmeyin, sizin yaptığınızı yapmak çoğumuzun harcı değil.

Geveze Kalem dedi ki...

Sevgili çocukla çocuk,verdiğin linki inceledim, ne güzel şeyler yapmışlar. Aslında buna sadece güzel demek yetmez, ulvi, hayırlı, büyük... kelimelerini de eklemek gerekir. Bilgilendirdiğin için teşekkürler, kendimce ben de gereğini yapmaya çalışacağım.
Sevgiler...

La Madame Chapeau dedi ki...

Sema :)

Sözünü ettiğin bölüm başkanı doktor hanım, belki bölümünün verdiği ağırlıkla daha fazla sert tavır geliştirmiş bir insan olabilir; ancak üzücüdür ki benzer konumlardaki (özellikle devlet hastanelerinde) 'yetkililer', devletin belirli sınırlar dahilinde kendilerine geçici olarak verdikleri 'emir' kipi yetkisini ve azarlama tonunu bazen fazla cömertçe / fütursuzca kullanma hakkını kendilerinde görebiliyorlar. Bu, can sıkıcı oluyor. Benzer bir örneğiyle karşılaştığım ve ticari bir durumda muhattap olduğum için sinir sistemimi geçici olarak epeyce hırpalamıştı.

Bu uzuuuuuun ayrıntıdan sonra...

Evet... Her çocuk ne yazık ki eşit şansla doğmuyor.

Ama kavram olarak 'hak' başka, 'şans/ya da gerçekler' başka.

Her çocuk, evet çocuk olma hakkına sahip :)

Bu hakkı çeşitli koşullar ve belki de 'büyükler' kavramının öznesi olan 'biz'ler bu haklarını onlardan alıp, 'acı' olan gerçeği tutuşturuyoruz ellerine...

Hastalıklar ise belirli ölçüde 'elde olamayabilen' nedenlerle çıkıyor karşımıza. Yine de 'kanser' gerçeği, bir yerde bu dünyaya ihanetimizin bir sonucu olarak en küçüklerimizden başlıyor bizi vurmaya...

Dilerim Yaratıcı güç çocuklarımıza dayanıklılık, bilim dünyasına da 'işe yarar buluş ışığı' versin.

Yüreğimize düşürmesini dilediğim merhameti, saymıyorum bile...

Sevgiler...


not: Ağır bir giriş oldu; ama bir üstteki yazıdan ziyade, bu yazıyla giriş yapmak istedim :) Çok farklı bir yüzümü/dilimi de görmüş oldun. Belki böyle de seversin :))))

Mutlu günler...

Geveze Kalem dedi ki...

Bak bu daha iyi oldu, yazını okuduktan sonra hakkında şekilenen düşüncelerim, bu yorumla daha ayrıntı kazandı ve yere basmaya başladı.;-)
'Titizlikle' seçtiğin kelimeler çok konuda aynı bakış açısına sahip olduğumuz hissine kapılmama neden oldu. Önümüzdeki günlerde bunları kendimce teyit etmiş olacağım.
Eleştrini haklı bulduğumu ve önemsediğimi de belirtmek isterim.
Sevgiler...

Aslı dedi ki...

Büyülü Kalemim,
Bana oldukça uzun gelen aradan sonra (yeni işim) bu yazını okuyunca oturduğum yerde kalakaldım. Sevgi kelimesi, sorumluluk aldıktan sonra insanı gerçekten huzurlu hissettiyor. Keşke diyorum.... Keşke bu sorumluluğun cesaretini içimde hissedebilsem? Keşke çocuk umutlarını hep yemyeşil kalsa...
Ah be Semacığım...
Keşke...

mutluolalim dedi ki...

İzmir Behçet Uz Çocuk hastanesinde Mutlu Olalim faaliyetlerini bir yılı aşkındır sürdüren bizler, öncelikle büyük sorumluluk isteyen bu güzel girişiminiz için sizi canı gönülden kutlamak istiyoruz, tüm samimiyetimizle neler yaşadığınızı, çocuklarla iyi-kötü nice anılar paylaştığınızı en yakından hissediyoruz. Böylesine büyük bir fedakarlığın sonucunu başarısızlık olarak değerlendirseniz de, kimsenin cesaret bile edemedigi bir girişimde bulunmuş olmak bile çok büyük bir başarı. Öylesine bir dünyada yaşıyoruz ki toplumda yardıma ihtiyacı olanlara karşı duyarsızlaşmışız, bencilleşmişiz veya “dayanamam, katlanamam, üzülürüm” vs. bahanelere sıgınıyoruz yardım etmemek için. Oysa herkesin yapabilecegi en ufacık da olsa mutlaka bir iyilik vardır. Bizim felsefemize göre mutlu edelim ki, mutlu olalım. Bir yıl önce bu işe giriştigimizde karşılaşacagımız tüm zorluklara, çocukların gözümüzün önünde yaşayacağı tüm acılara, ağrılara rağmen onları haftada 1 gün de olsa mutlu edebilmek, onlara moral verebilmek, hastalıklarının seyrinde olumlu etki yaratabilmekti amacımız. Kısa zamanda çocuklarımızla aramızda kurulan diyaloga biz bile inanamadık. Her Çarşamba gözleri yolda bizi bekler olmuşlardı. Kimileri teyze, kimileri abla, kimileri ögretmenim diyordu. Merakla ve neşeyle bakan gözler haftanın oyununu soruyordu. Onlarla geçirdigimiz 1 saatlik süre içinde gözlerindeki ışığı, gülümsemeyi görmek bizim en büyük başarımız oluyordu. Oyun bittikten sonra teşekkür ediyorlar, bir sonraki oyunu iple çekiyorlardı. Kendi çabalarımızla www.mutluaolim.com adresli bir site yaptık, her hafta çocuklarımızın fotograflarını çekerek, onların mutluluklarını sizlerle paylaşmayı amaçladık. Sesimizi duyanlar oldu :) Bize maddi, manevi yardımları dokunan kurum,kuruluş,firma ve çevredeki dostlarımıza buradan bir kez daha teşekkürlerimizi gönderiyoruz. Onların çabalarını yanımızda hissetmek bize daima güç verdi. Çocuklara yardım etmek için mutlaka hastanede bulunmak gerekmiyor. Sizin gibi değerli dostların desteğiyle bu projeler ilerliyor ve büyüyor. Biz de sizi buradan bir kez daha kutluyoruz. Umarız ki sizi örnek alacak insanlar çoğalır..
Mutlu edelim mutlu olalım… :)

mutluolalim dedi ki...

Edit: Web adresimiz: www.mutluolalim.com :)

Geveze Kalem dedi ki...

Aslı'cığım,
Böyle bir meselenin sorumluluğunu alamayacak kadar cesaretsiz anlaşılmıyorsun bu kadar kelime ötelerden.;-)
Sevgiler...

Sevgili Mutlu Olalım Ekibi,
Çocuklaçocuk bloğunun bahsi üzerine tanıdım sizi. Ne iyi etmiş bahsetmekle, hemen sayfanıza gelip inceledim. Yapabileceklerime dair zihnimde bir ışık yanınca ziyaretçi defterinizi karalamak istiyordum iki satır. Yaptıklarınız gerçekten çok çok önemli ve örnek olması gereken çalışmalar. Umarım mesafeler engeline karşın, size ve oradaki miniklere destek olabilirim. Bununla ilgili detayları planladıktan sonra sayfanıza gelerek bildiririm.
Kısa süreli tecrübemi dikkate değer bulmanız gurur verici, keşke o dönem elimden daha fazlası gelebilseydi. Ama zaten uzun vadede bu tip çalışmalar her zaman ilgim dahilinde olacak. Hem kim bilir belki bir gün bir yerde karşılaşırız..
Sevgiler...

mutluolalim dedi ki...

Olaylara gönül gözüyle baktığınız için sizi tabii ki takdir ediyoruz.

Mutlu Olalım ekibi olarak sizin gibi insanları aramızda görmekten büyük memnuniyet duyarız.