Öykü Yolculuğu

|
KARDEŞLER

Kaç kardeştik bilmiyorum.
En küçükleri bendim ve henüz saymayı bilmiyordum.
Öğrendiğimde ise hepimiz dağılmıştık.

Ferit EDGÜ
* * *
Günün birinde, yazdığımız öykülerden, geriye ne kaldığını sordum kendi kendime. Sözcükler, oldu verdiğim yanıt. Ressamların resimlerindeki renklerin, biçimlerin, çizgilerin, karşılığıdır yazdığımız öykülerdeki sözcükler. Birçok ressam, derdini dört-beş renkte, hatta iki renkte (siyah-beyaz) anlatabildiğine göre (dedim kendi kendime) niçin olaylara, betimlemelere, tiplemelere sırtımı dönüp, birkaç sözcükle öykünün özünü yazmayayım? Bir aforizma ya da mesel değil, maddenin çekirdeğindeki atom gibi öykünün çekirdeğini yazmak... Denedim. Deniyorum. Deneyeceğim. Bu arada, Aristotales'in Poetika'sından bir alıntı okudum bir dergide. Başlangıcın başlangıcı yoktur, diyordu Aristotales. Sonun da sonu yoktur. Ama 'orta'nın başı da vardır, sonu da. Yanlış anlamadımsa yazdığım bu öyküleri tanımlıyordu Aristotales. Çünkü okunduğunda görüleceği gibi (bunun için büyük bir çaba gerekmiyor) bu öykülerin ne başı var, ne sonu.Tam orta noktalara odaklanmış gibiler. Başını ve sonunu okura bırakmışım. Benzetmede kusur olmadığı doğru ise: Tanrı'nın bizlere yaşamı bıraktığı gibi.
------------------------------------------------------------------------------------------------
Ömer Seyfettin'le başlar benim öykü yolculuğum. 'Yüksek Ökçeler' tümünü sollamıştır unutulmazlarım içinde. Çok üzülmüştüm, kadının arkasından dönen dolapları öğrendiğimde. Sindirememiştim. Hele ki yumuşak terliklerinden vazgeçmesi zayıflık olarak görünmüştü gözüme. Hadlerini bildirmemişti hiçbirine. Yaptıkları yanlarına kâr kalmıştı.
Bilmiyordum o zamanlar, demek hayatın aynasıymış bu. Yapılanlar, yapanın yanına kâr kalırmış...
Öykü dediğin okulda okutulurdu. Herkes kaç 'roman' bitirdiğinden bahsederdi. Tembel işiydi öykü okumak, o zamanlar. Büyürken ben fark etmeden kurumuş, Ömer Seyfettin'le filizlenen öykü dalım.
Uykudan önce 'kısa kısa bir şeyler okuyayım da uykum gelsin," dediğimde almışım elime çoğunlukla öykü kitaplarını. Aziz Nesin'den Deliler Boşandı, Şehirden İndim Köye, Burhan Felek'den Eski İstanbul Hikayeleri, Yaşar Kemal'den Bütün Hikayeler(Teneke, Sarı Sıcak, Pis Hikaye...) hep böyle zamanlarda okunup bitti. Zaten hepsi babamın kitaplığından seçmeydi.
Buket Uzuner'den Şiirin Kız Kardeşi Öykü, kurumuş öykü dalımı yeşertmeye başladı yeniden, çok sonraları. Ahmet Hamdi Tanpınar, Necati Cumalı, Erdal Öz, Tahsin Yücel, Pınar Kür, İnci Aral ve yenilerden birçokları bu dönemde okunmaya başladı. Sonra dergileri keşfettim; Varlık, İmge Öyküler, yenilerden Natos.
Şimdilerde ne çok şey kaçırmış olduğumu düşünür oldum, öyküye sırtım dönük okuma yıllarımda.
Arayı kapatamam, biliyorum. Ama iyi bir öykü okuru olabilmek adına şu sıralar, öykülerin -ustanın da dediği gibi- 'çekirdeğiyle' uğraşıyorum.

(Bu postu yazmama vesile olan Şule'ye teşekkür ederim.)
(Alıntı: Ferit Edgü - Binbir Hece - Can Yayınları)

7 yorum:

şule dedi ki...

Sema, ne caliskan bir ogrencisin :) dun gece sormustum sorumu, yaniti hemen sabah oldu :) tesekkur ederim beni kirmadigin icin.
oykulere okullardaki bakis acisi konusunda ne kadar haklisin. Roman okumak daha ciddi bir iş gibi sunuldu hep bize. Aslında daha zordur bence. Bir önceki postunun yanitinda da yazdigin gibi "tokat" tanımına uygundur oyku gercekten de.
benim gibi bir cikolata delisi icin olay soyle belki: oyku bir yaprak cikolatadir, guzeldir ama tadi damagimda kalir, tam zevkini almisken bitiverir. ama roman bir kavanoz dolusu sokelladir. ilk kasiktan sonra daha bir suru o kasiktaki cikolata gibi lezzetli anlar oldugunu onumde bilirim. bu guven hosuma gider. (diyet basima vurdu gordugun uzre :P) ben daha fazla civimadan cekiliyorum huzurlarinizdan :)

Geveze Kalem dedi ki...

Şuleciğim aslında sorunu birkaç saat sonra yanıtlamıştım, sabaha bırakmadan. Kaç aldım?:P
Aslında bir ödevim daha var ama o biraz kafamı karıştırıyor, beklemedeyim.;-)
Yaprak çikolata ve bir kavanoz şokella(izninle Nutella olarak değiştireceğim bunu ben:)) harika örnekler olmuş. Uzun uzun anlattıklarımı şahane özetlemiş.:)
Sevgiler...

şule dedi ki...

gevezecim, sana not vermek ne haddime...ama verebilsem 100 verir, bir de gulen yuz cizerdim. (cok begendigim sinav kagitlarina gulen yuzler cizerime ben. kendi kendimi egliyorum iste :P)
bu arada sokella degil nutella tabii ki...bilen bilir, lezzeti cidden farklidir :)

sessiz balik dedi ki...

semacım
okumak konusunda nasıl bir uğraşı vermektesin belli ; çünkü o uğraşının yansıması şimdiye kadar bizlerle paylaştığın öykülerin .
ve onlar sağlam ve tam tohumluk çekirdeklere sahip diye düşünüyorum ben.
o bir iki dize ile dağları deviren güçlü şiirlere olan hayranlığım gibi , öyküleri okumayı da çok severim ben.

Geveze Kalem dedi ki...

Şule ben 100'ü aldığımı var sayıp, o çizdiğin gülen yüz gibi dolanmaya başladım etrafta.;-)

Özlemciğim, elbet bir gün şiirle de güçlü bir bağ kurabileceğimi hayal ediyorum. Belli başlı şairlerinki haricinde, kitaplığıma dahil ettiğim şiir kitapları yok ne yazık ki.:(
Ama seni okumak hevesimi perçinliyor.;-)

Unknown dedi ki...

Sevgili Geveze Kalem, ne güzel anlatmışsın öykü yolculuğunu.
Yazında adı geçen çoğu yazarla tanışmadım henüz ama seni besleyen kaynak onlarsa, gerçekten merak ediyorum öykülerini.
Öykünün "çekirdeğini" bulman konusunda, kolay gelsin.
sevgiler...

Geveze Kalem dedi ki...

Evvelzamaniçinde, senin de yazında dediğin gibi 'bunlar sadece birkaçı';-) İnsan beğendiği yazarları sıralamaya kalktığında bazen en beğendiklerini bile unutabiliyor. Aslında beni öykücüler değil, romancılar beslemiştir çoğunlukla. Belki o yüzden şimdilerde 'çekirdeğe' yolculuğa çıktım. Çünkü -sen de biliyorsun ki- öykülerimde uzun tasvirler romanı çağrıştıracak kadar fazla yer kaplıyor. Törpülenmeliyim...