Bugünlerde...

|

Son günlerde dünyayı kolumun altına almışım da, o kendi kendine dönüyormuş gibi bir haller var üzerimde. Hani sanki birlikteyiz de, ne o benim farkımda ne ben onun. Hatta kendimden birkaç tane daha ortaya çıkarmışım da, başka herkesle iletişimimizi kesmişiz, bir tek kendi aramızda tartışıp duruyormuşuz gibi...

Çok mu karmaşık oldu? Özetle; şu sıralar kendime kulak verdim, dış dünyaya arkamı döndüm de denebilir belki.

Aslında birkaç yazı taslağı hazırlamıştım blogum için. Mesela kafamı son zamanlarda en çok meşgul eden sapkın kişilikler üzerine yazdım epeyce. Hatta bu konuda üşenmeyip, Adler'in İnsan Tanıma Sanatı ve Erich Fromm'un Sevgi ve Şiddetin Kaynağı kitaplarını yeniden karıştırdım dikkatle. Kafam daha da karıştı, öz düşüncemi, amacımı yitirdim satır aralarında.

Bu kişiliğin kendinden 50 yaş küçük 22 yaşındaki eşinin anasının, sus payı olarak aldığı evin, arabanın üstüne oturunca "Peygamber efendimiz de Hz. Ayşe ile evlendiğinde 9 yaşındaydı" şeklinde ifadesi, beni çok daha karmaşık düşüncelere itti. Doğruluğun ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu anımsadım yeniden. Bu ülkede kadının en çok kadından zarar gördüğü düşüncesinde takılı kaldım bir süre sonra. Örneklemeleri yazdım, yazdım, yazdım... Gündemden takip edilebilecek bir yığın örneğin yanı sıra, kendi yaşamımda kadınlardan yediğim 'kazık'ları da örnekledim bir bir; otobüs yolculuğunda tacize uğrayan bir kadına yardımcı olmaya çalıştığımda, "Benim namusumu korumak sana mı kaldı?" diyeni mi istersiniz, yolun ortasında adamın birinden evire çevire dayak yiyen bir kadını kurtarmaya çalıştığımda, "O benim kocam. Sana ne oluyor?" diye hiddetleneni mi?

Yazdıkça sıkıldım tüm bunlardan. Adaletsizliğin hangi boyularda olduğunu görmeye başladım yeniden. Unutmuş muydum? Hayır tabii ki, içselleştirmiyordum ne zamandır diyelim.

Sonra Bekir Coşkun'un yazısını okudum. Henüz görmediğim 'Mustafa' filmi hakkında düşündüm. Gitmemeye, izlememeye karar verdim. Can Dündar'a dair olumlu tüm düşüncelerden sıyırdım kendimi. Birkaç cümle yazdım yinde, o da bir blog yazısı taslağında. Yayımlamaya değmez. Can Dündar'a sövmeye değmez...

Yine sıkıldım. İçim sahiden sıkıldı.

Geçenlerde Erenköy Ruh ve Sinir Hastanesine yaptığım ziyareti anımsadım. Bir öykü için 'malzeme'ye ihtiyacım vardı. Bir çeşit araştırma gezisiydi. Ne kadar huzurlu bir saat geçirdiğim aklıma geldi orada. Benden sigara isteyen bir hastayla yaptığım sohbet takılı kaldı aklımda. Bana "bebek" diye seslenirken nasıl da tuhaf bir mutluluk duyduğumu hatırladım. (35 yaşında bir kadına söyleniyordu bu en nihayetinde ;-)) Sonra eve döndüğümde, çıkarken elime gelişigüzel aldığım bir karton çantanın üzerindeki çizgi karakterleri fark edip, "bebek"in asıl maksadını anlayarak gülümsemiştim. Şimdi ne zaman aklıma gelse gülümsüyorum. Bu gezi de gerçeğimi şaşırttı bana. Hangimiz akıllı, hangimiz deliyiz gerçekte? Ya da gerçek hangisinin beyninde?

Ve dönüp dolaşıp, 'Şibumi'yle başlayan, 'Olasılıksız'la devam eden beynin sınırları konusundaki sorularıma gömülüyorum yeniden. Bu da yine blog taslak yazısı olarak bekliyor bir yerlerde. Yayımlamıyorum. Çünkü yazdıklarım düşündüklerim kadar doyurmuyor beni. Okuyanı niye doyursun ki?

Başıboş yazabilme özgürlüğümün olmadığını fark ediyorum çoğu zaman. "Geveze" değil miydi benim kalemim? Niye temkinli yazma kaygısı içindeyim ki?

Bu yazıyı da taslak olarak bırakır mıyım bilmiyorum. Ama yazının başından beri asıl yazmak istediğim bir şey için oyalandığımı fark ediyorum.

Varlık meselesine kafa yoruyorum son zamanlarda. Yorulacak kadar yoruyorum hem de. İlk başta bunu düşünmekten yorulduğumu hissettiğimde, elime bir kitap alıp dağıtmaya (ya da sakinleştirmeye mi demeliyim?) çalışıyordum düşüncelerimi. Artık düşünmekten yorulduğumu hissettiğim her an, uykuya yol aldırıyorum kendimi.

Aslında sorun şu, asıl yoran varlık meselesi değil, YOKLUK!

Bak yine oyalanıyorum, kelimelere evirip çevirmeye başladım yeniden, daha açıkçası; ÖLÜM!

Bunu uzatmayı beceremeyeceğim sanırım. Dedim ya, kendime dönüğüm şu sıralar diye... Karmakarışığım,

Bugünlerde...

17 yorum:

siirimsi dedi ki...

ilk açıldığı anda sayfa tasarımıyla gösteriyor kendni
sonra da kalemin ustalığı hiç bir şeyi göstermiyor


tebrikler

Ebru Oğuş dedi ki...

bak bu gezini bilmiyordum, sürprizlerle dolusun, konuşsaydık keşke? cenet/cehennem konusunu hatırlıyor musun, o şekilde olduğuna inanmak istiyorum ama o zaman diğer söylenenlere de inanmak gerekiyor ki bu çok yıkıcı oluyor. tuhaf...

ABİ dedi ki...

ölüm konusu had safhada takıldığım bi'şeydir benimde..
tırsma anlamında değil ama..
kişilerin öleceklerini bile bile,
nasıl hâlâ küs kaldıkları, kalp kırdıkları filân gibi..
bu konu sende ya da bende açılacak gibi duruyor önümüzdeki günlerde..
sevgiyle..

sufi dedi ki...

Sevgili Geveze Kalem sen de Elif şafak'ın siyah süt'ündeki gibi içindeki senleri çıkarıp bir bir alsan karşına herbirinin eline birer kalem çoğalan seni yazsalar birbir ne güzel olurdu değilmi?Sevgilerimle.

[ fiкяiмiи iиcє güℓü ] dedi ki...

Düşün düşün sonunda bir yerden kopuyor işte kayış. İyisi mi sen yaz. Yaz ve rahatlat beynini. Bir doluşun hikayesi gibi geldi bu yazı bana. Boşalt ne var ne yoksa. Ben de okuyayım doya doya. Ne kadar bencilim yahu.:)

Pilli Petro dedi ki...

herkesin bir dönem kaçışı yaptığı yerdesin aslında kendine dönerek.bu da yoruyo insanı dilendirmenin aksine :)

güzel şeylerle geri dönmeni bekliyorum :)

Geveze Kalem dedi ki...

Ferkul, ne güzel bir övgü bu, çok teşekkürler.:)

Ebrucuğum, zaten o konuşmalarımız kilit oldu galiba düşüncelerime.
Bu arada ben nasıl gezi meselelesini anlatmayı unuttum, ilginçti.:)

Abi, sen bir aç konuyu ben takip ederim.;-) Çünkü ben hâlâ toparlayamadım düşüncelerimi bu konuda. Sevgiler...

Sufi, Elif Şafak'ın küçük kadınları, içimizdeki sesleri anlatan ne güzel bir örneklemeydi gerçekten. Ama yok, onlara kalem vermek tehikeli olurdu bence.;-)

İncegülcüğüm, seninle kalplerimiz karşılıklı biliyor musun? Az önce yorum sayfası açıktı, bilgisayarın başından kalktım biraz oyalandım, döndüğümde tam yanıtları yazacaktım ki dedim ki, "Belki biri daha yorum yazmıştır bu arada, sayfayı yenileyeyim. İncegül gelmiştir," dedim.:)) Bak şimdi senin bahsettiğin bu doluş hikayesi var ya, Marguerite Duras 'Yazmak' kitabında bununla ilgili şöyle diyor:
"Kafanızda hiçbir kitap konusu, kitap üşüncesi yoksa bu, önünüzde bir kitap var, yeni bir kitapla karşı karşıyasınız demetir."
Aslında çok daha uzun bu yazı, paylaşırım bir gün.;-)

Geveze Kalem dedi ki...

Bekriya, ben diğer yorumu tamamlayana kadar gelmişsin.:)
Herkesin bir dönem mutlaka bulunması gereken bir yerdeyim belki de.;-)
Sevgiler...

elektra dedi ki...

yanında tüm olanaklarıyla yeşeren tazecik bir hayat var ya gevezecim, ondandır olanakları sınırlanmaya başlayan hayatın varacağı yeri düşünmeye başlaman. bazen kuzudaki canlılığı görmen, bazen onu kaçınılmaz olarak bir yerde terk edeceğini düşünmen bilinçli ya da bilinçsiz bunları düşündürtüyordur sana. biliyorum, çünkü bende de olmuştu...sonra yine hızlanıyor hayat ve aklına bile gelmemeye başlıyor bazı şeyler. ta ki ,işte biri yazıncaya dek. bugün beni de aldın yanına haberin olsun. sonra bir yerlerde okumuştum, diyordu ki, ' varoluşa dönük endişeler, özgürlüğün başdönmesidir.' bugün buradan hediyem, bu söz olsun sana:)))

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Hayat zaten hep yazdıkların gibi değil mi Geveze... Ölüm konusunda bende çok kafa yordum, ama sonunda onu da bir gün atılmamız gerekecek bir macera olarak görmeye başladım. Evet her bilinmedik şey gibi ürkütücü ama kimbilir belkide bambaşka deneyimler bekliyordur bizi..Belki de gerçek orasıda, deneyimlediğimiz yer şimdi burası....

Primarima dedi ki...

Kaleminin susmasını ve temkinli yazmasını istemem...Geveze olarak kalsın yazsın yeniden satır satır.
O taslakları okumayı ne kadar isterdim.Kimbilir neler neler düşündürekdi, neler neler öğretecekdi diyorum içimden.

Geveze Kalem dedi ki...

Elektracığım, öncelkle şu cümlen önünde saygıyla eğiliyorum; "...ondandır olanakları sınırlanmaya başlayan hayatın varacağı yeri düşünmeye başlaman..." :)
Şimdi şöyle oluyor değil mi, aklın onda takılı kalıyor ve 'Ne yapar bensiz?' diye sorup duruyorsun kendine. Bir de madalyonun öbür tarafı var tabii, giden ben olsam bile ne yaparım onsuz? Hem de gurbet ellerde...:)
Hediyeye gelince, sorguladım google'dan bulamadım kim demiş, nerede demiş. Çok beğendim cümleyi, hatırlarsan detay ver olur mu?;-)

Ayşegül,
Benim hayatımın Barış'tan Önce ve Barış'tan Sonra olmak üzere iki dönemi var. Gerçekten, ama gerçekten B.Ö. döneminde tıpkı senin gibi düşünüyor ve biraz da heecan duyuyordum bu düşünceden. Ama şimdi yaşam denilen şey bana çok haksızlıkmış gibi geliyor. Ne gideceğin yeri biliyorsun, ne geldiğin yeri... Ne de bilmdiğin yerlerde olan şeyleri... HayAllah, çok karışık oldu ama anlatmayı beceremeyeceğim sanırım.:)
Senin şu meditasyonla ilgili postundan ve bu yorumundan sonra mistik konularla alakalı olduğunu sezinledim. Mail adresine ulaşabilirsem daha detaylı soracağım bunları sana.;-)

Ebru, seni hayal kırıklığına uğratmamak için hiç yayımlamamam daha yerinde olacak sanırım. :) Hiçbiri bir şey öğretme iddiası taşımıyor çünkü.
Temkinli yazmamak meselesi de kolay değil ki. Off of diyeyim sen anla.;-)

el*ff dedi ki...

Gevezee karmakarışığım ne güzel bi tanımlama olmuş kısacık ama ne çok şey anlatıyor olmuyor muyuz hep arada karmakarışık...
Sen yazz taslak olmasın okuyalım düşünelim meraktayım özellikle Şibumiyi Olasılıksızı okuduktan sonra aklımın bi köşesinde var hep ,hee bi de Mustafa bi yanım git gör karar ver diyo diğer yanımm gitme kararsızım meraktayımm...

OzLeM dedi ki...

Diğer söylediklerin tamam da, bu Can Dündar meselesini konuşalım e mi bir ara? :-)
Hıh bir de, Irvin Yalom'u okusan yeniden olmaz mı bu ara? "Ölüm gerçeğine uyum sağlayabilmek için, onu yadsıma ya da ondan kaçıp kurtulma yolları tasarlamakta üstümüze yoktur" der ya hani...

Geveze Kalem dedi ki...

Elif, o kadar çok şey duydum ve okudum ki hakkında, artık "izlemeden karar vermemeliyim," modunu geçtim. Ne para kazandıracağım bu aşağılamaya, diye düşündürüyorum şimdi sadece.

Özlemcim konuşalm tabii, ve hatta konuşmuştuk da biraz. Elif'e söylediklerim sana da cevap oluyor biraz.
E ama sen şimdi bu cümleyi söyleyince ben daha çok karıştım.:))Hangisindeydi, Aşkın Celladı mı?

Brajeshwari dedi ki...

oyalanmıyorsunuz, demleniyorsunuz bence.. Bırakın, karıştırmayın demlensin..

sibel dedi ki...

bak yakinda mis kokulu bir bebek verecegim kucagina. o zaman kalacak mi bu dusunceler bakalim. yeniden dogumun mucizevi yanini kesfedip, olumun sadece dogaya dair yanini gorebilirsin belki... yine de siradaki kitaplarin basina RAMA serisini koy derim...