Rizgara Koşan İnsan

|


Hiç dinmeyen rüzgar olur mu?


Ya hiç durmayan yağmur? Kar?


Fırtına en uzun ne kadar sürebilir ki?


Hiç bitmeyen gün, aydınlanmayan gece var mıdır?


Ya bulutlar? En çok ne kadar kalır tepemizde?


Güneş, en fazla ne kadar yakabilir?



İyi olan da, kötü olan da hep geçici.



Hem biliyor musunuz, 'kötü' diye tanımladığımız, kötü sandığımız ne varsa, onlardır bizi törpüleyen. Yana yana 'kendi' olur insan.


Bir kayanın en güzel yeri, yıllarca, hatta asırlarca aynı yerden rüzgarı, suyu yiyip de, yumurta gibi parlayan pürüzsüz yeri değil midir ki? Ayna gibi pırıldar. Önüne geçeni yansıtır.


Kaya gibi olmak lazım; gelen ne varsa kabul edip, milim milim, tane tane, hücre hücre dönüşmek, en sonunda tozu toprağı silkelenip, ayna gibi parlamak, yansımak lazım.


Bunu içimizdeki ÖZ biliyor olmalı. Yoksa neden rüzgara doludizgin koşalım ki?


Biz koştukça rüzgar daha deli esiyor,


Biz koştukça yağmur daha hızlı çarpıyor,


Biz koştukça daha da kavruluyoruz güneşte,


Biz koştukça daha çok acıtıyor dünya dikeni canımızı.



İnsan koşuyor; tüm çekirdeğini bir an evvel yumru yumru parlatmak için koşuyor. İçindeki öz bunu biliyor.


Özü biliyor bilmesine de, bilinci her şeyi daimi sanıyor;


Sanki rüzgar hiç dinmeyecek,


Yağmur hiç bitmeyecek,


Gece asla aydınlanmayacak SANIYOR!



Çünkü ruhu, kaybetme korkusuna demirlemiş bir kere, hayatının hep yoksun bırakılmayla tehdit edildiğini sanıyor.


İlk ne zaman yaşamaya başladık bu duyguyu?


Hangi birimiz aç kalacağımız korkusuyla doğduk ki bu dünyaya? Daha ilk avazda, anamızın bedava, karşılıksız sütüyle geldik; yiyeceğimiz, içeceğimiz, ilacımızla geldik.

Peki ne oldu da değişti insan? Ne zaman 'yok'u tattı ilk? İlk ne zaman düştü gözlerinden kaybetmenin gözyaşları?

Neden bu yaşlar, kristal kristal hırs pırıltılarına döndü gözlerinde ışıldayan?

"Hırs, intikamın çalışkan yüzüdür," yazmışım bir zamanlar bir yerlere. Kazanma hırsıyla neyin intikamını alır olduk?


Ne oldu da, yoksun kalmamak için rüzgara, fırtınaya, sele, yangına doludizgin koşar olduk sevgili insan?

Ne oldu da, yanımızdaki açın haline düşmemek için, onun önündekini bile çalar olduk?


Ne oldu da, biz çaldıkça fakirleştik, farkına varmadan ne çok şeyden yoksun olduk?



Hey İnsan,


Biz ne zaman ruhumuzu zincirleyip, insan bedeninden elbiseler olduk?

3 yorum:

sufi dedi ki...

Gevezem;
Güzel günler yine gelecek
ekmeğimizi paylaşacağımız
sevgimizi,güç koşullarda çalışan emekçinin sırtını okşayacağımız, elindeki yükleri alıp yaşlının evine taşıyacağımız günler gelecek.Zincirlerimizi kırma vaktine az kaldı .Umut tarlalarında ekinler boy atmakta .Tasalanma İNSAN için güzel günler çok yakında meleğim.

NuR dedi ki...

Hey İnsan,
Biz ne zaman ruhumuzu zincirleyip, insan bedeninden elbiseler olduk?
Altı çizilecek soru... İnsanoğlu yani biz ne zaman doğaya yabancılaştık, doğadan uzaklaştık işte o zaman insani pek çok özelliğimizi yitirdik bir bir...tüm sorular ve tüm soruların cevabı doğada. Artık eskisi gibi birbirimize güvenmiyor, komşuluk etmiyor, çekirdek çitlembik aile olarak küçülüp, kapanarak yaşıyoruz. Dert ve sıkıntılar konu komşu ile paylaşılarak azaltılmıyor, psikiyatrlara terapiye gidiliyor artık. Herkes sadece kendi ve ailesi için yaşıyor, başka insanların dert ve tasalarına ayıracak zamanı yok günümüz insanının.
Sevgiyle kal

Geveze Kalem dedi ki...

Dilek, :) bekliyoruz umutla...

Sennur, ne kadar doğru bir noktayı belirtmişsin; evet her şey doğada. Mesele görebilmekte.

Sevgilerimle...