Beyhude Hamleler...

|

Epey zaman önce başlamış... Nasıl da fark edememişim?


Yıllar önce bir dostum vardı. 'Dost' sınıfında epey kuvvetli biriydi. 'Bey' diye hitap ediyorsam da sebebi, iş vesilesiyle tanıdığımdan sonraları 'ağabey' demeye dilimin pek dönmediği, yaşı benden epeyce büyük 'dost' grubumun baş tacı lideriydi. Saatlerce satranç oynardık, altlı üstlü iş yerlerimizin bulunduğu dönemlerde, sırf bu iş için yaratmaya çalıştığımız boş saatlerde. Çok şey öğrendim ondan ve satrançtan. Satranç, -dediği gibi- gerçekten, karelere bölünmüş o tahtada hayatın doğruca yansımasıydı. Çoğunlukla yenilirdim ama ona yenilmenin, her seferinde bana kattığı müthiş birikimle doyardım.

Bir gün dedi ki, 'Sen niye yeniliyorsun biliyor musun? Çünkü uzaktan bakabilmeyi beceremiyorsun.'

Herhangi bir zamanda oyunumuza göz atan herhangi birinin, ben içinde bulunduğum çıkmazdan nasıl kurtulacağımı derin derin ve uzunca bir süredir düşüne dururken, aniden, 'Ne düşünüyorsun ki? Bak, bunu oynarsan onu tehtid eden sen olursun,' demesi üzerine ne demek istediğini daha iyi anlayabilmiştim.

Bazen hayata yukarıdan gözle bakabilmenin ne derece önemli olduğunu, tıpkı o dostumu kaybettikten sonra satrancı unuttuğum gibi unutmuşum.


Ama geçenlerde ansızın hatırlayıverdim. Kendi çabamla olmadı, yine biri, yine bir dostum, bu kez sevgili G., hayatımın tepetaklak gittiğini düşündüğüm, zamansız zırıl zırıl ağladığım ve en basit meseleleri gereğinden fazla büyüttüğüm bir anda gülümseyerek, 'Sen 35 yaş bunalımı yaşıyorsun,' demesiyle hatırladım.

Epey zaman önce başlamış oysa, nasıl da fark etmemişim...

Oğlumun uykusuzlukları bahaneydi, kendime fazla vakit ayıramayışımdan şikayetim de öyle. Hatta yüzümde henüz fark ettiğim yeni çizgilere dert yanışım, bedenimdeki eskimelere eskisi kadar kolay söz geçiremeyişim, hatta hatta evdeki düzeni bile kontrol edemeyişime sızlanmalarım bile... Hepsi 'geliyorum!' diye haykıran 35 yaş bunalımımın işaretleriymiş. Daha geçen gün, tamamı cilt bakımım için kullanılmak üzere yığınla kozmetik ürünü aldım. Evde nicedir yalnızlığına hayıflanan kondisyon bisikletim toz toprak içinden kurtarılıp baş köşeye oturtuldu. Çoğunlukla gelen misafirler için evde bulundurduğum bitki çayları, her daim baş tacı ettiğim kahvemin yerini aldı. Gençlere hayranlıkla bakar oldum, artık çocukluk tıpkı onlar gibi bir adım gerimde değil çok uzaklarda kalmış. Sanki daha dünmüş gibi yaşanılan şeyler konuşulurken, birilerinin, 'üstünden on sene geçmiş,' demesiyle sohbetten kopup, zamanın nasıl bu kadar çabuk geçebildiğine hayıflanır oldum. Zaten epeydir yazılarıma da bulaşmış yıllar. Umut yüklü gibi süslenmiş her cümlem, gizli gizli savaşımmış aslında zamanla.

Ne yapıyorum ben? Neyi engellemeye çalışıyorum? Bu savaşın boşa olduğunu bile bile, tasarrufsuz umudum niye?


Ah bu biyolojik saat... Bu terimle ilk, artık bebek istediğimi rahatlıkla dile getirdiğim dönemlerde tanışmıştım. Biyolojik saatim tıkır tıkır işliyordu ve beynime, kalbime hükmederek bana bu dileği söylettiriyor, hissettiriyordu. Şimdi yeniden sırıtıyor bana, 'ben güçlüyüm,' diyor, 'sen hangi dönemde ne söylersen söyle, ben sarkaçlarımı hiç aksatmadan sağdan sola savururken, akreple yelkovanım dik açı yaptığı her zaman beni hatırlayacaksın!'... diyor...

Henüz 35'ime 6 ay var. Daha önceki yazılarımdan birinde de dile getirdiğim gibi eskiden baharı, yazı sabırsızlıkla beklerdim. Oysa şimdilerde içim sızlar oldu.

Az önce evde nicedir planladığım bir düzenleme işine başlamıştım; fotoğraflarımın bulunduğu dolabı bir grup kitabımı dizmek üzere boşaltacaktım. Epey de hevesli başlamıştım işe. Ama baştan karar vermiştim, 'Bunun içinde ne var? Bu albüm hangi senenindi?' falan diye detaya girmeden aslî görevimi yerine getirecektim. Ama yine olan oldu, eşimle benim senelerdir yaptığımız gezilerden seçmece derlediğim albümümüzün içinden bir fotoğraf düştü. Çağırdı beni. Gittim, hiç tereddütsüz. Bundan neredeyse on sene öncesine ait fotoğraflarla yerde hüzünlü bir halde otururken buldum kendimi. Bıraktım! İşi öylece bıraktım ve açtım bloğumu, yazdım, yazdım, yazdım...

12 yorum:

Derin Sularda dedi ki...

Sevgili arkadaşım, çok zor bir 30 yaş geçirmiş ve bu bunalımdan hala çıkamamış biri olarak (31'e girdim bu arada) şimdi bir de bunun 35'i de mi olacak diye kalakaldım... Eğer varsa ben kesin onun bunalımına da girerim... Eğer biri bana çok değil iki yıl önce bunları yaşayacağımı söyleseydi çok gülerdim çok, ama geçiyor yavaş yavaş sanki eski gücünü kaybetmiş, zayıflamış görüyorum onu yada ben alıştım, kabullendim artık... Sen de arkadaşım bırak kendini akışına istersen, bazı şeyler yaşanmadan bitmez... İzin ver bitene kadar sızlasın sonra çekip gidecek nasıl olsa:))
Sevgiyle

sessiz balik dedi ki...

ama bi de şöyle düşün Sema ,
hiçbişey bizim kontrolümüzde değil ki ,
nasrettin hoca demiş ya kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne neden inanmıyorsun

bir zamanlar sen bir fasulye :) bile değilken şimdi yavrunun "anne" si oldun.

kısa hüzünler , iç çekişler var dersen kabulüm ama sakın uzatma ve dilerim neşeni bul en kısa zamanda

s. dedi ki...

Sema'cım, neredeyse sana mail atacaktım nerelerdesin diye. Meğer ne kadar uzaklara gitmişsin...
Şu hayata tepeden bakma fikrinde aynı noktadayım sennle. Okuduğum br kitapta, tartışma anında çıkıp yukardan o olaya bakmayı deneyin, o zaman göreceksiniz, aslında o kadar da korkunç değil hiçbir şey...Ve hayatımıza baktığımızda, senelerin geçmiş olması (40 larıma yaklaştığım şu yıllarda, mezuniyetlerimin üstünden artık 20 li seneler geçtiği şu dönemlerde hem de) oldukça ağır geliyor. Bazen olduğum yaşta kalmayı istiyorum madem diyorum geçmişe gidemiyorum, şimdide kalayım. Eski resimlerdeki o parlak net yüz ifademe bakıyorum. Yerini artık, yorgun bir mağrurluğa bırakmış.
Ama şunu da biliyorum ki, ben böyle güçlendim ve böyle güçlü olmayı öğreniyorum. Şu anda hayatın felsefesini yapma çağımdayım, bir diğer değişle akıl verme çağı:))) ama ben akıl vermeyi değil, hayatın içinde hayata rağmen yaşamayı seçiyorum her yeni gün...hayatıma atacağı yeni imzalarla....

Geveze Kalem dedi ki...

Aslında bu yazıyı yazarken araya, 'teselli sözleri ikna edemez beni, boşuna kaleminizi yormayın,' falan gibi bir şeyler ekleyecektim, vazgeçtim. Ve şimdi görüyorum ki, çeşitli yaş dönemlerindeki bunalımların herkes farkında ve gerçeği -teselli sözlerinin etkili olamayacağını- sizler de biliyormuşsunuz.

Dilek'çiğim, hay ağzına sağlık, gerçekten suyuna bırakıp yaşamak lâzım yoksa tüketemiyor kendini ve olur olmaz yerden sızıveriyor yeniden. Sanırım sen de ben d yanlış yaş dönemlerinde çocuk sahibi olmuşuz. 30'lar gibi 35'ler, hatta 40'lar ve 50'lere de hazırlıklı olmalıyız. Herhalde bir tek 40-50 arasında ve 50'den sonra yaşanmıyordur bu dengesizlikler. Yaşayıp göreceğiz bakalım:)

Özlem hayat başka şans bırakmayacak yine, döneceğiz eski neşemize. E biraz hırpalanmış bir neşe olacaksa da hiç olmamasından iyidir.
Ya bu arada kazan sahiden öldü mü? :P :))

Sevgili SS, bildiğim kadarıyla sen 40'a değil 35'e daha yakınsın henüz:) Aman diyeyim oraları şimdiden telaffuz etme, erken yol alırsın:))
Sen şimdi eski fotoğraflardaki parlak yüz falan dedin ya, ben yine çöktüm. Çok çok iyi biliyorum ki bundan seneler sonra da bu yaşımın fotoğrafları bana dipdiri gözükecek ama o zaman da bu günkü gibi hayatın resmine tepeden bakmayı akıl etmeyi ihmal etmemeliyim diye düşünüyorum.
Hayata ne kadar doğru imzalar atarsan, geçmişten o kadar kolay sıyrılabiliyorsun(muş. Bir yerlerde okumuştum. Henüz ikna olmadıysam da:))) Dilerim hayatını yığınla doğru imzalarla doldurursun.
Sevgiler...

Butterfly dedi ki...

Sema'cığım sesizliğinin büyülü yolculuğu bu demek, ben 30 lu yaşlar ile 50 li yaşlar için duymuştum bu bunalım saatlerini, 30 lu yaşlarda yaşadım elbet ancak 50 li yaşlarda nasıl oluyor henüz birşeyşeyler söyleyecek tecrübem olmadı! Ancak sana teselli vermek istemiyorum, her neyse yaşamdan bize gelen büytük bir olgunlukla kabul edebilenlerden olacağını biliyorum, dahası bunu hissedebilecek kadar tanıdım sanırım seni. Ne kadar sürse de bu duygulanım durumun ve hesaplaşman ben biliyorum ki bu yolculuktan sen asla eli boş dönmeyeceksin, bekliyorum, sevgiyle.

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

bir kaç gün sonra 43 yaşına girecek biri olarak, 35 yaş bunalımlarımı hatırlattın bana, kalemine sağlık...Evet benim için de zor yaşlardı..yapacak daha pek çok şeyim olduğunu ama daha hiç bir şeyi halledemediğimi düşünerek geçen sıkıntılı zamanlar, sonra da benim için sihirli olan o 40 yaş geldi...Aman boşver herşeyi dedim, yıllardır beni sıkmakta olan işi bıraktım, benim için ideal olduğunu düşündüğüm sevgiliye de yolun açık olsun dedim ve her şey adeta yeniden başladı..Hiç bir konuda dört dörtlük olmamam gerektiğini öğrenip,kendimi çokda fazla ciddiye almayıp, her şeyden daha bir keyif alıp yaşamaya başladım..Demem odur ki, senide güzel zamanlar bekliyor:)

Geveze Kalem dedi ki...

Ayşegül,
Sorunun çözümü kadar nereden kaynaklandığını bulmak da, en az çözmek kadar huzur verir çoğunlukla bana.
Sen bana öyle bir şey dedin ki, gerçekten çözmüş kadar huzurluyum şimdi; '...yapacak daha pek çok şeyim olduğunu ama daha hiç bir şeyi halledemediğimi düşünerek geçen sıkıntılı zamanlar...' demişsin ya, o yüzden, '...40 yaş geldi, her şey adeta yeniden başladı, demem odur ki, seni de güzel zamanlar bekliyor...' cümlelerine yürekten inanıyorum. Ama bilmek istediğim şu, radikal kararlar için 40 yaşı beklemeli miyim?:)))

Butterfly, yolculuktan eli boş dönmeyeceğime inanman çok sevindirici. E artık bu kadar destek karşısında benim de çarçabuk yenilenmem lâzım:))
2008'in ilk gününe kadar yüzümdeki çizgilere oturup ağlama şansı tanıyorum kendime. Sonra her şey çok güzel olacak!:)))

sessiz balik dedi ki...

semacım
sobeledim seni:)

Adsız dedi ki...

bir insanın teninden geçen zaman var,bir de insanın içinden geçen zaman var.....tenimden geçen zaman 34 de işaret veriyo ama gel görki içimden geçen zaman ahhhhh...

Geveze Kalem dedi ki...

bu 'ahhhh'ı çok genç olarak değerlendirdim haberin olsun :D

Ebru Oğuş dedi ki...

vay canına sema, şimdi anlıyorum neden ben 35 yaş bunalımın çoktan girdimde çıktım bile demeni. demek böyle olacak, böyle yaşanacak bu günler. daha bir yıl var demek istiyorum ama bir yıl nasıl geçecek göz açıp kapayasıya çok çok iyi biliyorum. yine geldi oooof of diyesim:-(

Geveze Kalem dedi ki...

Ebru'cuğum herkes aynı dönemde aynı depresif ruh haline girecek değil ki!:) Senin bu durumu yaşamama olasılığın mümkün çünkü bunalım yaşamaya vaktinin olacağını sanmıyorum; iki çocuk, iş güç... Ben tek çocuklu, işe güce ara vermiş yaşantıma bunalımı davet ettim.;)
Eskiden gece bir şeye dertlenip, ağlayıp sızlamak istesem, ertesi gün işe gideceğimi hatırlar kendimi salamazdım. Belki de şimdi o zamanların acısını çıkarıyorum. ;)