Kelime Oyunları - Hayal

|
Umudun sevdalısıdır 'Hayal.' O ıssız dağın zirvesindeki camdan sarayında, altından oyulmuş tahtına kurularak bekler yârini. Tıpkı Aslı'nın Kerem'i, Leyla'nın Mecnun'u gibi savaşmak zorunda olan 'Umut'tur bu sevda da. En büyük düşmanları 'Gerçek', dostlarıysa 'Özlem'le 'Sabır'dır...


Bir öykü böyle başlasaydı nasıl sonlanırdı? Büyük bir olasılıkla iki sevdalı kavuşamadan ölür, destansı öyküleri kalırdı geriye. Dilden dile anlatılır, her aşık kendini bulurdu onların öyküsünde.


Her kişi düşüncelerinin en ıssız zirvesinde, kırılgan bir hayali en özel yerde saklamalı, altından da kıymetli tahtında tutkuyla oturtmalıdır. O hayale kavuşmak için gerçek yaşamın düşmanlığına umuduyla göğüs germeli, hayaline kavuşma özlemini sabırla canlı tutmalıdır yüreğinde.


Hayali olmayan insan olur mu? Ekmek gibi, su gibi ihtiyaçtır hayal.


Tarih, hayal gücüne sınır koymayan mucitlerin, gezginlerin, savaşçıların, devlet adamlarının, kahramanların başarılarıyla doludur. Bugün elimizi attığımız her şeyde birilerinin vaktiyle kurduğu bir hayalin izleri yok mudur? Ya da yuvamız, memleketimiz, ülkemiz her neresi olursa olsun, yaşadığımız topraklar kaç kahramanın hayaliyle şekillenmiştir?(ki benim için en büyük kahraman olan Mustafa Kemal Atatürk'ün büyük hayalini burada saygıyla hatırladığımı belirtmeden edemeyeceğim. Ah bir de o hayal uğruna verilen onca cana, onca emeğe saygı gösterip, kazanılanların kıymetini daha iyi anlayabilsek ve cumhuriyetimizi daha güçlü sahiplenebilsek...)

Dedim ya ıssız dağın zirvesinde camdan sarayında yaşar hayal diye, o yüzdendir ki kırılması an meselesidir. İlk başlarda çok can yakar ama giderek alışır insan. Zamanla camdan sarayı inşa etmede ustalaşır, dağın eteklerine yayılmış tüm önceki cam kırıkları usul usul sızlatıyorsa da yüreğini, mecburdur, kurar tekrardan yıkılanın yerine, yeniden, yeniden, yeniden...

Hatırladığım ilk hayal kırıklığı çocukluğumun ilk 5'inde bulmuştu beni. Her çalışan annenin çocuğu gibi ben de birilerinin yanında büyüdüm. Haftasonları eve dönmeyi beklerdim bütün hafta boyu.
Bir gün, hiç de beklemediğim bir gün, her zamanki oyun alanım olan yokuşun başında gördüm annemle babamı. Gündüz vakti hem de! Ellerinde bir dolu poşetler, paketler... O paketlerden birinden çıkmıştı kırmızı pırıl pırıl çizmelerim. Hemen ayağıma geçirmiş, uzun uzun sevip bakmıştım onlara. Annem babam, babannemle oturmuş konuşuyorlardı. Onlar ne kadar süre konuştular, ben ne kadar süre çizmelerimin mutluluğuyla sarhoş kaldım bilmiyorum ama tam hareketlendiklerinde aklımda tek soru vardı: 'Anne, yeni çizmelerimi giyip gelebilir miyim?'

Sonuçta geldilerse beni alıp dönecek olmalıydılar, herhalde haftasonu gelmişti, öyle olmalıydı başka ihtimal yoktu aklımda.

'Sen gelmiyorsun,' dedi annem.

Ben onlarla gitmiyormuşum, gidemiyormuşum!

O gün bayram öncesi herhangi bir günmüş meğer. Sadece alışveriş için işten birkaç saatliğine izin alınmış. O fırsatta uğranılıp bana bakılmış.

İçimin ne kadar yandığını bugün bile hatırlıyorum. Yere oturmuş cânım çizmeleri divanın ayaklarına vurup yırtmak istiyordum -bir yandan zarar gelmemesine çok dikkat ederek.-
Ne kadar ağladım ve nasıl ayrıldım onlardan hatırlamıyorum. Ama o kırmızı çizmelerimi ve tarihimdeki ilk hayal kırıklığımı unutmuyorum.

Alışılıyor demiştim ya, ben de alıştım, artık hayalimin kırılan cam sarayını inşa etmekte ustalaştım.

Hayat öğretiyor, başka şans yok...

10 yorum:

Derin Sularda dedi ki...

Semacım, okurken gerçekten o küçük kız canlandı gözümde, küçücük bir kalpte ne kadar derin bir sızı bırakmış... Ama dediğin gibi aynen, alışmakta bir parçamız oluyor zamanla öyle çok şeye alışıyoruz ki farkında olmadan bazen suçluluk hissettirecek kadar vefasızca alışıyoruz -kimi yokluklara, gidenlere, dönmeyeceklere-

Hayaller olmasaydı yaşanmazdı herhalde, umut bir yerlerde kök salmasaydı bu kalpler dayanamazdı hayatın acımasız gerçeklerine... Ah birde ara sıra batmasa o kırıklar ellere, kanatmasa...

Çok uzattım lafı ama sende çok derin sızlattın arkadaşım...

Geveze Kalem dedi ki...

İyi ki alışıyoruz Dilek, yoksa nasıl unuturduk?;)

Ayrıca hiç uzatmamışsın, böyle okunası şeyler yazdıktan sonra keşke daha uzatsaydın.:)

sessiz balik dedi ki...

semacım
ne çok şey çağrıştırdı bu yazı bana ; bir zamanlar hayal iken , şimdi gerçek olan...
ben umutsuz olmamaya çalışıyorum bu yüzden hayal kırıklıklarından çok o kırıkların tutkalı ;umudu seçiyorum
mesela hala daha bu ülkenin gençlerinin uynacağına dair umutlarım var :)

Geveze Kalem dedi ki...

Özlem'ciğim merak ediyorum hangi görüşteki gençlik uyanacak acaba?

Neyse biz bunu mail ortamında tartışırız. :))

Ebru Oğuş dedi ki...

böylesi anılar ağlatıyor beni, okurken sanki bırakan benmişim, bırakılan benim çocuklarımmış gibi geliyor-içim sızlıyor. herhalde başka şansları yoktu annenlerin ve annen de çok ağlamıştır seni bıraktığı için- umarım sen hiçbir zaman uzak kalmak zorunda olmazsın barış'ından..

Butterfly dedi ki...

Ben boyle anıları okumay dınlemeye dayanamıyorum Sema:( yüreğim kaldırmıyor, yaralı gecmıs cocuklugumla yüzleşmek belki de acıtıyor, ondan kaçmak varken kım ıster kı bunu?
Evet,yazının sonunu okumaya dayanamadığım ıcın bıraktım ozur dılerım:(

Geveze Kalem dedi ki...

Ebru, ben Barış'ın okuldan döndüğünde kapıyı kendi anahtarını kullanarak açmasını istemiyorum gerçekten. Bundan sonra yapacağım işin bu imkanı tanımasını çok istiyorum. Çünkü okuldan döndüğümde zili çalmanın ve gülen yüzüyle annemin beni kapıda karşılamasının ne kadar huzur veren bir duygu olduğunu -hele bir de içeriden taze kurabiye, kek kokularıyla mis gibi temizlik kokusu yayılıyorsa- iyi biliyorum.:)

Butterfly, geçmiş yaşanmış bitmiştir, bunda gizli saklı yoktur ve o yüzden benim için bugün canımı acıtması söz konusu bile olamaz. Bence sorun henüz çözemedilerimizle yüzleşebilmemiz. Yani asıl canını acıtması gereken şey yaşayıp tükettiklerin değil, henüz gerçekle yüzleşmeyi göze alamadıkların olmalı diye düşünüyorum.

s. dedi ki...

Şimdiki zamandan, geçmişe uzanıp bakarken bir tebessüm ve aynı zamanda acı bir iç burukluğunu harmanlamış içinde...
büyüten, olgunlaştıran, güçlendiren ne varsa hayata dair...

Adsız dedi ki...

semacım sen benim kelimelerimin aynası olmuşsun.senin yazını ve butterfly'a yazdığın yazıyı okurken hep ama hep kendimi buldum .neden mi,bende senin gibi ,çalışan bir annenin çocuğuydum,hep annemi özledim,büyüyene kadar ara ara küstüm bile,ama bunlar nedensiz küsmelerdi :) ben hep terkedilmiş çocuk gibi hissettim kendimi.aynı senin gibi çocuğuma kapıya kendim açmak,mis gibi kek,kurabiye kokuları dolmuş bir eve gelmesini istiyorum.senin gibi,bende kapıyı kendi açsın istemiyorum,çünkü ben minicik elleri kapıyı açamayıp,kapıcıya mahkum olan bir çocuktum :(
daha uzun uzun yazmak isterdim,ama ,benim blogumda ,yardımın istediğim konular var,birincisi,herkesin yorumuna izinli olsun blog.bunu nasıl yapabilirim,ikincisi,kelime oyununa katılmak istiyorum.beni de aranızda görmekten mutluluk duyacağınızı hissediyorum :):):):):)
senden güzel haberlerle tekrar birlikte olmak dileğiyle ....

Geveze Kalem dedi ki...

Günbegün'cüğüm, bak gördün mü bir ortak noktamız daha çıktı. ;-) Hele bir de şu görüşme işini halledebilsek kimbilir daha ne ortak noktalar buluruz. :-)

Tabii ki katılman beni çok mutlu eder. Yeni kelimelerimiz 'ölüm' ve 'susmak' üzerine. Aslında tek kelime seçiyoruz ama bu sefer ben birinin kelime söyleyeceğini bilmeden atılıp kelime söyledim, zaten bu kelime de diğeriyle uyumlu oldu. Sen yazdıktan sonra ben bloğumda yayınlayarak senin de katılmış olduğunu duyururum. Linklerime de ekleyeceğim şimdi.
Diğer konularla ilgili olarak da bloğuna geliorum, orada anlatacağım. ;-)