Mümkün mü ikisi bir arada?

|
Tatlı tatlı uzanmıştım yatağıma oysa; elimde kitabım, gerine gerine okuyordum. Birazdan nefes alışverişim yavaşlayacak ve gözlerim kendiliğinden kepenklerini indirirken, elimdeki kitabı usulca yastığımın dibine düşürecek ve yanan ışığı dahi umursamaksızın -nasılsa kısa bir süre sonra Barış'ın ağlamalarıyla kesilecek olan- derin bir uykuya dalacaktım.

Ama bu kitap adamı, gecenin bu saatinde bilgisayarın başına getirip, üstüne okkalı bir kahve yaptırıp, sanki günlerdir uyuyormuşçasına bir zindelikle yazmaya sürüklüyor. Kitaba dair henüz başlamadan bir yazı yazmıştım. Bitirince de bir şeyler karalayacak ve bana etkisini gözlemlemiş olacaktım. Bitirmeyi bekleyemeden, başkalarının sözünü sürekli kesen bir 'geveze' edasını takınıveriyorum hemen. Çünkü susarsam yazacaklarım duman olup dağılacak.

Yazar, Virginia Woolf'un Kendine Ait Bir Oda'daki Shakespeare'in kız kardeşi kurgusunu şu cümlelerle özetliyor:

''...Judith, Shakespeare kadar yazmaya meraklı ve en az onun kadar yeteneklidir. Peki acaba onun gibi yazarlık yapmaya, hayatını yazıya adamaya muvaffak olabilir mi? Çok büyük ihtimalle hayır. Çünkü içinde yaşadığımız toplumun kadınlara sunduğu şartlar ve kurallar, erkeklerle aynı değil. Kadınlardan beklenen eş-titiz ev hanımı- vefakâr anne üçlü rol kalıbı içinde böyle bir hareket alanı bulamayacaktır. Her şeyden evvel yazmaya vakit ayıramayacaktır. Gün boyu yemek, temizlik, alışveriş, ütü, çocuk ve bebek bakımı, kocasının beklentileri, kaynanasının istekleri, ailevi ve sosyal yükümlülükler... derken zaman akıp gidecektir avuçlarından. Kendi kendisiyle baş başa kalabildiği nadir anlarda da yorgunluktan sızıp kalacaktır bir kenarda. Nasıl yazsın? Ne zaman yazsın?...''

Ancak yazar, annelikle yazarlığı bir arada sürdürmeyi başarabilmiş kadın yazarları örnekliyor; tıpkı anneliğin yanısı sıra, mesleklerini de yürütebilen yüz binlerce kadının olduğunu işaret ederek. İçlerinden Sylvia Plath'ı, maddi koşulları bir dadı tutmaya elverişli olmamasına rağmen başarılı olmuş kadın-anne yazar olarak anlatıyor kısa cümlelerle.

Ve sonrasında tüm bu olumlu bakış açısına rağmen, yazarlık-annelik birlikteliğinin nasıl mümkün olamadığını da, adını 'kan uyuşmazlığı' koyduğu bir başlıkta detaylandırıyor:

''...Romancılık, dünyanın en benmerkezci işlerinden biridir.(...) Dostların aradığında, mühim işler çıktığında, eşin ya da sevgilin yemeğe çıkmak istediğinde, omuzlarına başka sorumluluklar yüklendiğinde, sen yazının yüzü suyu hürmetine hepsini bir bahaneyle atlatacak, savuşturacaksın.(...) Çocuğun düşüp dizlerini kanattığında ya da bademcikleri şişip yorgan döşek yattığında veyahut okul piyesinde Varyemez Amca'yı canlandırdığında, oralı olmayıp, 'Tamam canım ama ben şimdi roman yazıyorum, ilgilenemem seninle. Pazara kadar kapalıyım!' diyemezsin. Kendinden evvel bir başkasını düşünmeyi gerektirir annelik. Bir gün değil, iki gece değil. Daima.''

Bahsi geçen kitap Elif Şafak'ın Siyah Süt'üdür, okumuş olanlar zaten bu cümlelerden anlamıştır. Gecenin bu saatinde Elif Şafak'ın bu sözleri beni ister istemez Buket Uzuner'le kıyasa götürdü.

2005 senesinin 9 Aralık günüydü...

Yaklaşık bir ay öncesinde tanıdığım öykü gurubunun içindeydim. Katıldığım öykü yarışmasında aldığım ödülün hazzı bir yana, beni en çok Buket Uzuner'le yapılacak öykü atölyesi fikri heyecanlandırıyordu. Yalan yok, daha önceleri okuduğum iki kitabını da çok beğenmemiştim. Hakkında ne kadar da az donanımlı olduğumu fark edip, hemen birkaç kitabını daha aldım. Ödül törenimizden sonra Buket Uzuner imza gününe katılacaktı. Henüz okuduğum kitaplarından gerçekten en beğendiğim olan Şiirin Kız Kardeşi Öykü'yü imza kitabı olarak seçtim. Aslında o dönem fark etmiştim ki Buket Uzuner kesinlikle iyi bir öykücüydü ve ben öncesinde onun yalnızca iki romanını okumuş, onlarla değerlendirmiştim.

Gitmeden epeyce zaman önce Buket Uzuner'le sohbet hayallerine kaptırmıştım bile kendimi. Belki yarışmanın organizasyonunu yapan derneğin küçük bir odasında kahvelerimizi yudumlarken, ödül almış olanların, dernek yöneticilerinin ve Buket Uzuner'in katıldığı sıcak bir sohbet olacaktı. Hepimizin öykülerini tek tek ele alacak, bundan sonrasında çizeceğimiz yol konusunda bize değerli tecrübelerini, bilgilerini aktaracaktı. Hadi biraz abartalım, sırtımızı sıvazlayıp, ''Helal olsun size çocuklar! Yolunuz açık olsun, sizler de yazar olma yolundasınız. Ne zaman isterseniz size destek olmaya hazırım,'' diyecekti. Hatta ben sonrasında yazdıklarımı 'Buket Abla'ya mail atıp, fikirlerini isteyecektim. Hem kim bilir, belki evinde karşılıklı bir sohbete bile çağırırdı. (Yok canım, çok abarttım. Vallahi bunu hayal etmemiştim!:))

İşi bıraktığımdan beri yoğun bir şekilde, ilk kez disiplinli olarak yazıyordum. Hatta bu öykü ödülü öncesinde rastlantı sonucu(!) başka bir ödülüm bile vardı öykü alanında. Ama geleceğime dair kafamda yeni yeni şekillenen amacım yalnızca bu değildi, bir bebek sahibi olmak istiyordum artık. Zaten işten elimi eteğimi çekmiş olmamın aslî amacı da buydu; son derece yorucu bir dönem olduğunu tahmin ettiğim o dönem öncesinde, hayata biraz daha doymak ve dinlenmek.

Kafamdaki bu iki mesele, zıt kutuplu atomlar gibi bir türlü bir araya gelemiyorlardı. Bunun bir yolu olmalıydı ve öğrenmek için fırsatın ayağıma geldiğini düşünüyordum; anne-yazar olduğunu bildiğim Buket Uzuner'e bunu soracaktım.

Soruyu nasıl sormam gerektiğini bile çok düşündüm. Çok mu basit bir soruydu acaba? Fazla mı 'bahanesi bol ev kadını' kokuyordu? Kadın tutmuş benim öykümü en iyisi seçmiş, şimdi bunu sorarak 'yanlış adama oy kullanmışım,' mı dedittirirdim yoksa? Cahilce miydi, vasat mıydı, basit miydi...diye düşüne düşüne, koydum cebime sorumu düştüm yollara.

Daha varır varmaz dernek yöneticilerinden, Buket Uzuner'in bu yarışmanın jürisinde yer almayı, sırf İstanbullular romanındaki bir karakteri daha detaylı anlatabilmesi için kabul ettiğini öğrenip, ilk hayal kırıklığımı yaşadım. Hayal kırıklıkları silsilesi bununla başlamış oldu. Ardından hiçbir şeyi beğenmeyen tavrı, dernek yöneticileriyle tartışması, bizimle bu şartlarda atölye çalışması yapamayacak olduğunu söylemesiyle sürdü gitti... Onunla yapıp yapabildiğim tek sohbet, ödülümü elinden alırken, ''Tebrik ederim,'' diyerek elimi sıkması ve bir fotoğraf makinasının objektifini işaret ederek, ''Gel poz verelim,'' demesinden öte gitmemişti.
Ki, söz verdiği üzere bir kültür evinde söyleşisini tamalamasından sonra, gurup arkadaşlarımla biraz da buruklukla oturmuş, veda kahvelerimizi içerken yanımıza gelip, ''Arkadaşlar, sizlerle bu şartlarda tanışmış olmayı istemezdim,''le başlayan bir konuşma yaptı. O konuştukça asık suratlarımız gülümsemeye, hayal kırıklıklarımız umuda dönüşmeye başladı. Bizimle, kendisinin belirleyeceği uygun bir tarihte İstanbul'daki kendi 'yazı evi'nde bir gün detaylıca görüşmek ve oradaki olanaklarla başaramadığımız atölye çalışmasını yapmak istediğini söyledi.:)))

2005 Senesinin 9 aralık günüydü...
Öykü gurubundan sadece iki kişi olarak İstanbul'da yaşıyorduk, geri kalanı başka başka şehirlerden, sadece o özel gün için gelmişlerdi. Öncesinde buluşup hasret giderdik. Hepimiz hem yeniden buluşmuş olmanın, hem de bizim için önemli bir adım olduğunu düşündüğümüz Buket Uzuner'le çalışacak olmanın mutluluğu içindeydik. Tam hasret giderme merasimimizi tamamlamış, yola koyulmak üzereydik ki, Buket Uzuner'den bir telefon aldık. (Özelidir detaya girmeyeyim ama) Ailesinden birinin bir sağlık sorunu sebebiyle görüşme yapamayacak olduğumuzu sandığını söyledi. Duruma göre bizi bilgilendirecekmiş.
:((( Kös, kös, kös! Bu duruma daha ne yazacağımı bilemedim.:(

Çaylar da tıpkı sohbet gibi tazelendi. Çaylara şeker attık ama sohbeti şeker bile tatlandıramayacak gibi görünüyordu.

Derken bir telefon ve Buket Hanım yazı evine geldiğini, bizi beklediğini söyledi.:)
Uzunca bir zamandır bu görüşmedeki asıl amacım olan annelik ve yazarlığın bir arada nasıl yürütülebileceğine dair sorumu, iç çebimden yoklayarak tuttum evin yolunu.

Önce -nihayet- beklediğimiz an olan kahveyle sohbet faslı yapıldı. Yanında yardımcısının yaptığı çok özel kurabiyelerden yedik. Bir süre sonra kendimizi, kokteyl salonundaymışçasına yığın yığın kitapların arasında ve bize ilginç gelen eşyaların çevresinde dolanırken bulduk. Sonra uzunca bir süre henüz bitirmediği romanınından detaylar dinledik. Bize nasıl kurgu tablosu oluşturduğundan bahsetti. Araya biraz edebiyat çevrelerinden dedikodu sıkıştırdığımızı da itiraf edeyim.
Ve sonra atölye çalışması adı altında ilk uygulamamızı yaptık. Küçük bir paragraf okudu bize ve tamamlamamızı istedi. Paragrafta anlatılan gizin ne olduğu yönündeki düşüncelerimizi anlatmamızı istedi. Diğer arkadaşlarım uzunca bir süre düşünüp, hızlı hızlı karaladılar. Ben ayıp olmasın diye bir kelime yazdım not defterime. ''Önce siz bitirdiniz, buyrun okuyun,'' dedi. Ben aldım sazı elime başladım anlatmaya. ''Okuyun,'' dedi yine. ''Yazmadım ki,'' dedim, ''aklımda zaten.'' Anlattıklarımdan ve paragrafın devamını yazıya dökmemiş olmamadan esin alarak bana, yolumun senaryo yazarlığına yatkın olduğunu söyledi. :( :) Amacımı sordu ansızın. Ne demeliydim? Kibar olmak lazımdı, şimdi 'best seller yazarı olup voliyi vuracam,' demenin bir anlamı yoktu. ''İyi yazabilmek istiyorum,'' dedim. ''Yanlış!'' diye kesti hemen, ''Kitabımın yayınlanmasını istiyorum, demeliydiniz.'' :S Sonra öykümü hatırladığını söyleyerek, üstünde konuşmaya başladı. Sürekli yapabileceklerimden bahsediyordu. Neyin üstünde daha fazla durmam, hangi konuda daha geniş persfektife sahip olduğum vs.

Zaman o anda durdu benim için. İçimden, 'Şimdi Sema, hadi şimdi şu cebine sakladığın sorunu sor!' deyip duruyordum. Dilim çözüldü ve ''Peki nasıl Buket Hanım?'' diye soruverdim.

Nasıl yapacağım? Biliyorum çok yazmam, çok tüketmem gerek. Tükettikçe kendimi yenilemem, daha yeni yollar keşfetmem gerek. Bu idealimden hiç vazgeçmeyip, kendimi bu işe adamam gerek. Çok okumam, çok araştırmam, kendimi yazdıklarımın içinde yaşatmam, tüm kurguya dünyanın en büyük gerçeğiymiş gibi kendimi inandırmam, gerekirse romanındaki kişiyi her anımda yaşamam, kendimi diğer zamandan yazım süreci boyunca soyutlamam gerek. Ama nasıl? Ben anne olmak istiyorum! Bebeğim kollarımda uykuya dalsın, onun silüetine dolanıp, kokusuna bulanıp kıvrım kıvrım sarılıp uyuyalım istiyorum. Ona her gün yeni bir şey öğreteyim, hayatındaki her adımında ilk harcı, suyu ben olayım, yıllar sonra koskoca sağlam bir çınara kök olduğum için gururlanayım istiyorum. Nasıl olur ikisi bir arada Buket Hanım? Bir anne nasıl yazar olur, lütfen bana anlatın!... diye uzun uzun anlatmıyorum tabii. Ama sorum yeterince açık.

Bunca zamandır, sanki hayatımın bundan sonraki kısmını kurtaracak sihirli bir formülmüş gibi beklediğim cevap, Buket Hanım'ı çok düşündürmeden geldi:

ZOR OLUYOR AMA OLUYOR!
ZOR OLUYOR AMA OLUYOR!
ZOR OLUYOR AMA OLUYOR!
...

O gece arkadaşlarımla bize geldik, bütün gece uzun saatler boyu içtik. Zaten hayal kırıklığımı onaracak en etkili yöntem, şişede balık olmaktı o gece benim için.

Biri Elif Şafak, diğeri Buket Uzuner. Biri, ''Nasıl bağdaştırırsın annelik ile yazarlık arasındaki zıtlıkları bir bünyede-bir bedende-bir zihinde?'' diye sorup üstüne koskoca bir kitap yazıyor, diğeriyse diyor ki, ''Zor oluyor, ama oluyor...''

Ah bir yazar olsam, trala la la la la la la lam... :)))

Not: Neden yazıda ısrarla 9 aralık 2005 tarihini vurguladığımı yazmayı unutmuşum. E gecenin bir vakti bu kadar hata olur. Olaydan tam 12 gün sonra hayatımızın tümüyle değişeceğinin haberini aldım. Meğer tam da o günler, ben 'Hangisi? Nasıl? Ne vakit? Acaba?'larla boğuşurken, içimde bir yerlerde Barış'ım bana sıkı sıkıya tutunmuş!:))

16 yorum:

kedi dedi ki...

Olmuşsun bile:)

Ya abarttım hadi ama gerçekten yazı yazmak ne tuhaf değil mi Sema?
Bizim köşe yazarlarından yada roman yazarlarından tek farkımız bu işi "istediğimiz zaman"yapabilmek.

Yazmak,aynı olayı farklı kelimelerle kurgulamak hem çok zor hem çok kolay hem de harika bir iş.Ve herkesin tarzı var.Kimse istesede,zorlasada,sıksada asla bi başkasını taklit edemiyor.Tarzı sırıtıveriyor fosfor yeşilinin üzerindeki kırmızı çizgi gibi.

Ve ben senin tarzını çok seviyorum.Seni geç bulmuş olmaktan dolayı kızıyorum hâla kendime.

Seni okumak güzel bir kahvenin yanında ağzımda erittiğim iyi bir bitter çikolata gibi.
Oysa ben hiç sevmem kahveyi ama o çikolatanın hatrı yok mu işte sırf o tad yüzünden içerim.

OzLeM dedi ki...

Uzuner'in cevabı da eksik! Ya çok paran var koydun tomarı yayıncının önüne ya da hadi ikna ettin de bastırdın. Mesele 1. ooonnca kitabın arasından seninkinin seçilebilmesini sağlamak 2. sana "hımm bu da fena bir yazar değilmiş, bakalım daha neler yapabilecek" diye meraklandırabilmek ve devamını getirebilmek 3. akılda kalabilmek
Onyüzbinmilyon kitap ve yazar arasından "akılda kalabilmek"!
Moral bozdum, farkındayım. Ama amatör bir okuyucu olarak söylemeliyim ki; şansın var. Mesela bu yazını okumaya başlamadan baktım ki, uzunn(sıkılgan ikizler). Şööle bir bakayım da, işim bitince devam ederim diye düşündüm. Şöyle bir bakarken bitirivermişim. İşte bu tamamen yazan(r)ın başarısıdr;-))

Geveze Kalem dedi ki...

Sevgili Biyonikkedi, geç bulmuş falan değilsin ben daha yeni sayılırım bu alemde.:)))
Şaka bir yana ne hoş böyle düşünmen ve beğenilerini iletmen. Çok teşekkür ederim, frekans tutuyor demek ki diyelim.;-)

Herkesin bir tarzı olabileceği doğru ama ben bazı yazarlarda, kendilerini kasmaları yüzünden çok özendikleri-ya da okudukları- bir başka yazarın kokusunu alabiliyorum kimi zaman.Belki iç seslerine daha çok kulak verseler bu hataya düşmeyecekler.
Bahsettiğin bu meseleyi ben en çok bizim kelime oyunlarında tadıyorum. Bir kelime söylüyoruz ve çağrıştırdıkları hepimiz için farklı. Belki sen de katılmak istersin, senin yaklaşımının hepimizinkinden daha renkli olacağından eminim.;-)

Ama kahve sevilmez mi be biyocum!:D Bence bitter, kahve hatırına yenilmeli yanında. Bir de üstüne sıkı sohbet serpiştirirsen...;-)

Özlem, zaten Buket Uzuner'in verdiği cevap cevap değil ki! İyi yönlerini yakalaıysam da bu konuda eleştirme özgürlüğümün olduğuna inanıyorum; koskoca yazarsın, eğer sorum çok abes değilse(ki bir başka yazarın bu soru üstüne kitap döşediği düşünülecek olursa hiç de yanlış birsoru değil) vereceğin daha anlamlı bir cevap olmalıydı.

Moral falan bozmuyorsun arkadaşım. Türkiye'de neredeyse ayda bir yeni yazarlar çıkıyor. Kitapları kitapçı raflarına boy boy seriliyor. Bazısı gerçekten yerini hak ediyor. Ama insan geri kalanı için, 'ah be ulan! ben niye yapmadım ki?' hayıflanırken buluyor kendini.

Bu arada her ikinize de gerçekten bir blog yazıs için uzuuuun sayılabilecek bu yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim.;-)

Ebru Oğuş dedi ki...

kitabı yayımlanmış bir yazar olarak [derken yanlış anlaşılmasın lütfen, eline su dökemem senin yazılarının - benimkisi bir kılavuzdu sadece] kitabımı elime aldığım anın hazzını iki kere daha yaşamıştım, her bir oğlumu ilk defa kucakladığımda.. barış'ın güncesi bir yana, buradaki yazıların bana keyif veriyor, ödülünü yeni öğreniyorum, zaten takdire değer olduğun vaktiyle belgelenmiş. o keyifli anı senin de yaşamanı diliyorum, "senin seçtiğin" en kısa zamanda!

sibel dedi ki...

dedim iste hayata cok 'fountainhead fountainhead' bakiyorum bu ara :-) (bkz. son yazim.) ama nasil da ortusuyor iste senin de yazdiklarinla...yani kitabinin basilmasini, herkesin okumasini, cok satmasini, yani ozetle bir yigin insandan onay gormesini hayal etmeden, seni cevrelemis sorumluluklardan y�lmadan, bahaneler yaratmadan, icinden gelen en duru sese kulak vererek yazmak esas olan. ki iste sen burada bunu yapiyorsun ve yola cikmis durumdasin zaten. virginia woolf'un 'kendine ait oda'sini okudugumda, sanat, bilim ve edebiyat tarihinde kadinlarin neden az sayida olduklarina dair cok gercekci ve sinir bozucu bir saptamayla karsilasmis, sonra artik bu cagda (en azindan sansli bir azinlik icin) bunu degistirmenin fiziksel kosullarinin mevcut oldugunu farkedip sakinlesmistim.evet bu kosullar mevcut.bu da tamam.peki ya insanin oncelikleri ??? iste burada dugum oluyor konu bence. hani oyku yarismasi odul toreni yolunda, yaninda oturan genc annenin, evde yazdiginda cocugunu 'anne calisiyor!'deyip uzaklastirdigindan bahsetmistin ya...bunu yapabilir miyim? diye sormali insan kendine.(bence belli bir disipline bagladiginda cocuk icin travmatik bir sey degil. aksine annesinin kendisi icin yasamadigini, onun da kendine ait bir zaman dilimi oldugunu gozlemler. fena mi?)peki bunu yapmazsa bir suclu arar mi insan?ya da cocugunu suclar mi? bahane yaratir mi? ya da mine hn calisirken, cocugu karpuzu salonun ortasina birakip 'anne kes! demis ya' boyle bir sey yasarsa insan gecmisine bakip bunu dramatize eder mi? dedim ya konu oncelikler. heee oncelikler cocuklar buyudukce farklilasabilir. iste o zaman atilmis tohumlar filiz verir ve gun olur meyveleri toplanir.

Geveze Kalem dedi ki...

Ebru'cuğum, yok olur mu öyle şey diyeceğim ama bizi okyan bir bilir kişinin gözünde 'körlerle sağırlar birbirini ağırlar' durumuna düşeceğiz.:) Ama ben yine de bunu göze alarak, sana önceden söylemiş olduğum şeyi tekrarlayacağım; sen -özellikle annelik hallerine ilişkin- komik öyküler kaleme almalısın bence.
Seni bana tanıştıran o kitaba da teşekkür ediyorum.
Böyle bir hazırlığı tamamladığım gün, belki seninle o duyguya ilişkin uzun uzun konuşuruz.:)

İleri-Geri, (nâm-ı hakikat, Abla:))
Yazar mazar değilim ama yazma duygusunun insanı nasıl esir aldığını bilebilecek kadar tutkunum. Bloğa yazmak öyle bir şey değil. Zora düştüğün yerde kesersin. Hiçbir köşe yazarının, günlük bir metni kaleme almaya başladıktan sonra ara vermesi durumunda, dönüşünde kelimelerin ona küstüğü duygusu yaşadığını sanmıyorum. Ama tıpkı Elif Şafak'ın dile getirdiği gibi bir öykünün yarısında kalkıp gidersen, döndüğünde kahramanının sana yüz çevirmiş olduğunu görmen büyük olasıdır. Sanki spor yaparken çalan kapıya koşman ve döndüğünde sorumuş terinin devam etmeni engellemesi gibi. Ya da bir sohbetin ortasında tam da söyleyeceklerin birikmişken çalan telefona cevap vermek zorunda olman ve döndüğünde konunun artık bambaşka yola girmiş olduğunu fark ederek söyleyemediklerinin içini şişirmesi gibi.
Ben belki de bir kitap çatısı altında toplayamadığım cümlelerimi, içimi şişirmesin diye akıtıyorum bu bloğa. Çünkü bunları disiplinli bir çalışma temposu içinde kitaba dönüştürmeyi beklersem, çok daha uzun süre -şişmiş bir halde- beklemiş olacaktım.

Uzun yorumun boyunca -belki de tıpkı Buket Uzuner'den beklemiş olduğum gibi- bir formül cümle bekledim senden. Ama zaten Elif Şafak'ın da yeterince bulandırmış olduğu kafam, soru cümleciklerinle iyice karıştı. Aslında biliyorum sen özünde bana bunun için imkanlarımın -biraz da zorlamayla- mevcut olduğunu göstermeye çalışıyorsun. Ama öncelikler demişsin ya... Ne zaman bunu düşünmeye başlasam nedense aklıma hep AÇEV'in tv reklamı geliyor; Unutmayın, 7 çok geç!
Sanki 'Dikkat! Yüksek voltaj!' yazıyormuş da yakınından bile geçmeye korkuyormuşum gibi, bu cümlenin sorumluluğundan korkuyorum. Diyorum ki bazen, 'Amaan, ben her gün ona vakit ayırmazsam sanki salak bir çocuk mu olup çıkacak? Boşver yaa, kendi kendine oyalansın bugün, hatta gerekirse oturup reklam izlesin bütün gün.' Sonra sanki yukardan balyoz gibi o cümle iniyor, 'UNUTMAAAA, 7 ÇOK GEEÇÇÇÇ!'
Hemen elime bir kitap alıp, 'Nerede oğlum tavuk?' diye geçiyorum Barış'ın karşısına. Şimdilik ümidim gecelerden ve 3- 3,5 yaşında başlayacağı yuvadan. O zaman disiplinli yazabilmek için daha huzurlu zamanlarım olacak.

Bunları bir aradayken İde'den ve Barış'tan fırsat bulup konuşma şansımız olmayacaktı, iyi oldu yazıştığımız.:)

Bu bloğun hayata geçişi senin desteklemenle oldu, biliyorsun. Ne iyi etmişsin de desteklemişsin, teşekkür ederim.

Derin Sularda dedi ki...

Hımmm ben zaten içimden diyordum “Sema kendini bir yerlerde saklıyor ama bakalım ne zaman çıkaracak ortaya” ve işte Sema !!!! benim o tadına doyamadığım ucundan kıyısından azıcık yakaladığım o harika öykülerin yazarı arkadaşım.

Sevdiğim köşe yazarlarını ya da sevdiğim her hangi bir kitabı okurken tamamen beni her şeyden soyutlayan görünmez bir perdeyle çepeçevre sarıldığım hissine kapılırım. Öyle ki o an dünya yansa umurumda olmayacak kadar dalarım o satıların büyüsüne. Sema’cım işte bana o duyguyu fazla fazla hissettiren bir yazı oldu bu, belki “anne olmak ve yazar” olmak fikrinin tanıdık kaygılarının kıyılarında dolaştırdığın için beni. Ya da Buket Uzuner’in bir anda kitaplığımda duran iki kitabımın yazarı olmaktan çıkıp, Sema’nın satırlarında can bulması. Beni pek tatmin etmeyen o cevabına rağmen o hala sevdiğim satırları yazan kadın.
Bilemiyorum ama öylesine keyifliydi ki bitmesini hiç istemedim okurken.

Ayrıca Sema irdelediğin konu gerçekten üzerinden çok tartışılabilir bir konu ama bence her insanda yansımaları farklı olacaktır diye düşünüyorum. Elbette ki benzer sorunlar yaşanır, benzer sorular gündeme gelir ama asıl önemli bunlarla başa çıkabilme şeklidir……

Kesmek zorundayım, Ela ağlıyor… :))yazacaklarımı sonra yazarım artık. (hazır yorum yolla kısmı çıkmışken kaçırmak istemiyorum)
Öptüm arkadaşımmm
Dilek

Aslı dedi ki...

Büyülü Kalem'im,
Yazdıkların gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti desem abartmış olmam. Ödül töreni, Buket Uzuner'le dialogunuz...
Tüm kalbimle inandığım senin de bir gün kendi yazı evinde böylesi sohbetlere ev sahipliği yapacağın ve nice "Sema"ların ceplerinde sorularla senden fikirler alıp kendilerine böylesi hayran bıraktıracaklarıdır.
Öpüyorum ve yine öpüyorum...

Butterfly dedi ki...

Sema bu gun aldım Elıme Elıf safak'ın Sıhay Sut kıtabını bır kac sayfa okudum ama aklımda kalan cumle su; "onlar rahımlerıyle uretıyorlar, sen beynınle, asıl olan onlarınkıdır" sen sımdı ıkısıylede uretıyorum ben dıyenlerden olacaksın, Ben bır Uzuner'cı olarak benı de hayal kırıklıgına ugrattı sımdı soyledıklerın, belkı de ben beynımde abarttım mı bu Uzuner'ı ama benım de en sevdıgım oyku kıtabı sıırın kız kardesı oyku, ınanılmaz bır tad bırakmıstı bende, ama hala Istanbulluarı ı okuyamadım,
Bence sen ıyı yazıyorsun, bır an once senınde kıtabını elıme almak ve herkese bılıyormusunuz bu kıtabın yazarı benım arkadasım demek ıstıyorum:) hadı artık:=)

Cocukla Cocuk dedi ki...

iyi ki bulmuşsunuz bizi, bu güzel yazı için çok sağolun, yazarlık kitap bastırmak olarak algılandığında değil fakat realite de siz yazar olmuşsunuz zaten.
Buket Uzuner'den ben de daha uzun bir ceavp beklerdim, belki cevap yerine bir öykü.
Şiirin Kardeşi Öykü'yü de okudum ve çok sevdim. Sonra diğer favorim Balık İzlerinin Sesi.
Bu sayfada çok keyif aldım, gelen yorumlarda okunası.
Bundan sonra takipteyiz.

Geveze Kalem dedi ki...

Sevgili Dilek, o bahsettiğin 'anne-yazar olmak' meselesinin şimdilerde kıyılarında dolaşıyor olman var ya, Ela 1,5-2 yaşına geldiğinde o denizin dalgalarıyla nasıl mücadele ettiğini de göreceğim ben senin. Farkındalığın -yapabileceklerin ve yapmak zorunda oladuklarınla ilgili farkındalığın- hızla büyüyecek. Çünkü sen çantanda değerli bir taş taşıyorsun. O taşın sende olduğunu bilen insanlar etrafını sardıkça, o taş giderek ağırlaşacak ve onu nereye koyman gerektiğini, nasıl değerlendirmen gerektiğini düşünüyor olacaksın. Şimdilerde buna sadece fırsatın yok!
Anladın değil mi arkadaşım.;-)

Aslı, sen insan ruhunu okşayan sözlere sahip, herkesin yanıbaşında bulunması gereken birisin.:) Ama dikkat et, şımarabilirim.
Biliyor musun, ben övgülü sözler karşısında elimi kolumu nereye koyacağımı bilemem.
Şimdi de öyle oldu!:)

Butterfly, Buket Uzuner hakkında yazdıklarım seni hayal kırıklığına uğratmasın. O gücünün farkında bir yazar. Belki onu yalnızca bir söyleşide tanımış olsaydım düşüncelerim bambaşka olacaktı. Açıkçası orada geçirdiğimiz 2 gün boyunca dernek yöneticileriyle nasıl sorunları olduğunu bilmiyoruz, bunda tamamiyle haklı da olabilir. Bende yarattığı hayal kırıklığı da tamamen benim beklentilerimle ilgili. Çok kişi sever, çok kişi eleştirir. Bu da onun dikkate değer olduğunu gösterir. Doğrusu ya, bende de -hayal kırıklığımı bir kenara bırakırsak- iyi bir izlenim yarattı.
Tekrar ve tekrar aynı şeyi söyleyeceğim; Çok iyi bir öykü yazarı bence. Çünkü ben yalın dille kaleme alınmış, şaşırtıcı öyküleri okumayı seviyorum. Ama bir başkası benimle aynı beğenilere sahip olmayabilir.
Hani bazı meyvelerin sert çekirdeklerinin içinde süngerimsi tohumları vardır ya, bence Buket Uzuner'in sahip olduğu tohumu eline alabilmiş olan ona yakın kişiler, kendilerine kattıklarından büyük keyif alıyorlardır.

Merhaba Çocuklaçocuk, ben de iyi ki bulmuşum diyorum ama bunda değerli blog dostum Ebru'nun parmağı olduğunu söylemeliyim.:) Sizi, ona bıraktığınız yorumla tanıma şansım oldu.
Buket Uzuner'den cevap niteliğinde bir öykü duyma senaryosunu çok beğendim. Ama bunu yapsa yapsa Yaşar Kemal ve onun kategorisinde olanlar yapabilirdi sanırım.:)
Takibinizden keyif duyarız.
Sevgiler...

sibel dedi ki...

evet ide ve baris'tan firsati ancak bu kosede bulabiliyoruz. ozet bu aslinda :-)sorular aslinda yaniti belli olan sorular. ozetleyip formul kelime ve cumleler vereyim o zaman:-)tabi bularin hepsi teoride mumkun bunu hepimiz biliyoruz. kelin merhemi var ama surecek vakti yok hesabi:-P
PANIK YOK! 7 cok gec! senin benim gibi anneler ve daha 1.5 yasindaki bir cocuk icin vurgulanan bir slogan degil oncelikli olarak. MUSTERIH OL! cocuguna zihninde ve fiziksel olarak ayirdigin zamanı, kalitesini sorgulamaktan vazgec.yani sorgulama saglikli bir sey. ama ayari kacinca kimseye bir yarari olmadigi kesin. SUCLU ARAMA!yani kendine zaman ayirdiginda bundan sucluluk duyma, ayiramadiginda da sorumluluklarini suclama. INCE AYAR YAP!'anne calisiyor!' evet ama bunu ifade tarzi ince ayar gerektiriyor.saglikli bir aktarimla bence shane olabilir.
ve 2 kelime var ki pratikte mumkun ve olmazsa olmaz.
SEBAT ve SABIR...
yaaa aklima ne geldi bu korler sagirlar durumunda...iki-iki projemizi hatirlar misin ? :-)

sibel dedi ki...

hee bir de topluluk icinde abla deme demedim mi sana :-P
su hikayeyi yarim birakma ve karakterlerin kusmesi gibi bana yabanci bir konuyu cok hos orneklemissin. bu konuda paul auster'in 'yazi odasina yolculuklari'ni okuyacaklarin arasina ilave et derim. ben yazida yaratici degil cocumleyiciyim biliyorsun. bu da okudugum karakterlerin yaratilma surecleri konusunda cok kafa yorarak ve de kirarak kitap okudugum anlamina geliyor. yani bir dr.sa hastane dinamiklerini, tiptaki geli�meleri, hastaliklari tedavileri,vb. bilmen arastirman gerekecek.da vinci sifresi gibi bir nefeste okunan bir kitap nasil arastirmalara dayaniyor dusunsene. simdi okudugum kitapta mesela bir karakter poe uzerine yuksek lisans yapiyor ve tezinin ana fikri uzerine bir suru sey okuyorsun. ne demeye calisiyorum? yani karakterini yaratirken sadece ic dinamiklerine odaklanmayacagin, ona bir ev, bir muhit, bir meslek, belki bir aile belki bir gecmis gibi parcali konular uzerine calisarak yaratacagin icin kusmenin onune de gecilebilir diye dusunuyorum. tabi bunlar son derece rasyonel dusunceler.ama okudugum bunca romandan sonra yazarlarin aman ne kadar da duygu yuklu yazma an�mday�m diye yazdiklarini dusunmuyorum.

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Yine sindire sindire okuduğum harika bir yazı olmuş.. Bu arada bir de şikayetim var :)) Sadece bende mi oluyor bilmiyorum ama bu yeni formattan sonra sayfan ağır açılmaya başladı.. Bilgilerinize efendim....
Sevgiler

sessiz balik dedi ki...

öyle bir süreç ki bugünlerde birileri gözlerini sadece tv dizileri veya em es en ekranında yormakta hem de sayıları ciddi

ama işte tüm bunlara inat birkaç iyi adam gözlerini "okumak" için yoruyor
yetinmeyip "yazmak" ve
okuduklarının yanıbaşında bir rafta yerini almakla ilgili çalışıyor...

ve ben o birkaç iyi adamdan birine bu satırlarla gaz vermek istiyorum

semacım ,zor olsa da sen yaparsın bence ve bana da haber vermeyi unutma kitabın çıkınca ,okumalıyım

etki alanı dedi ki...

Önem verdiğim bir çok yazarın,okuyamadan kenara koyduğum bir çok kitabı var.Bir kitap ya da yazı okunmaya başlandı mı arkası gelmeli...Sayfalarınıza girdiğimde,bu sıcaklığı görebiliyorum.Bu sıcaklığı yakaladığım birkaç blogtan bir tanesisiniz.Hele rastladığım bazı yorumlarınıza sürekli kıkrdıyorum.Biyonun yazılarına kahkahalarla gülmeye başlamıştım zaten...Beni PC'nin başında gülerken ya da kıkırdarken duyan oğlum ,hangi blog diye koşup geliyor.Yazmayı seven bir insan olarak,ben de birgün kitabım olsun istiyorum.Sessiz balığın verdiği gazı aldım.Ama önce sizler bir kitap çıkarın ki,benim tanıdığım yazarlardan dır deyip hava atarak cesaret bulayım.İmzalı ilk kitabım sizlerden birine ait olsun.Şimdiden taze kitap kokusunu alıyorum bile...
Başarılarınızı kucaklıyorum
TüTü